Eski Mısır'da Kadın, Aile ve Evlilik

Eski Mısırlıların akrabalık ve evlilik bağlarıyla, günümüz dünyası arasında derin farkla içermektedir. Eski Mısırlılar evliliği kutsal bir bağ olarak bilirlerdi. Çoğu heykel ve yazıtlarda, erkek kadın ilişkileri resmedilmiştir. Çoğu mitlerde de Eski Mısır evlilikleri ile ilgili anlatılanlar yanlıştır.

Eski Mısır'da Kedi

Kedi ailesinin tarihine baktığımızda 20 milyon yıllık uzun bir ömürleri olduğunu görüyoruz. İlk kedilerin oligacene döneminde Afrika'da ortaya çıktığı sanılıyor. Keskin dişli kaplan (Halaphoneus) ve günümüzün modern kedisi (Dimictisti) olmak üzere iki tür... Evcil kedilerin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor ancak en eski kayıtlar, evcil kedilerin 5 bin yıldır var olduklarını ve Mısır'dan geldiğini gösteriyor.

Hiyeroglif Yazısı

Eski Mısır medeniyeti, Mezopotamya'da aynı tarihlerde kurulmuş şehir devletleriyle birlikte, tarihin en eski uygarlıklarından biri ve döneminin en ileri sosyal düzenine sahip organize devleti olarak bilinir.

Eski Mısır'da Büyü ve Büyücülük

Eski Mısır'da son derece doğal olarak bilinen bir olguydu büyüler. Ancak yine de herkes buyu yapamazdi. Bu konuda özel yetenekleri olan Tanrılarla iletisim kurabilen kişiler büyü yapabiliyordu. Büyülerin kimi kötü yani kara büyü niteligindeydi kimisi koruma büyüsü kimisi ise buyu bozmaya yarayan büyülerdi.

Piramitler Nasıl İnşa Edildi?

Dünyanın her yerinde ilkokul çağındaki çocuklara, piramitlerin binlerce kölenin on yıllar boyu süren çalışması ile yapıldığı öğretilir. Hatta şimdi dışarıya çıkıp gördüğünüz ilk yüz kişiye piramitlerin nasıl inşa edildiğini sorsanız, çoğunun vereceği cevap bundan çok da farklı olmaz.

29 Mayıs 2008 Perşembe

Eski Mısırlılar "Pi Sayısı"nı biliyor muydu?

Piramitlerde yapılan incelemelerde ilginç bir bulguya ulaşıldı: Eski Mısırlılar piramit ölçülerini hep pi sayısının katları şeklinde ayarlamışlardı. Bunun bir tek anlamı olabilirdi: Mısırlılar pi sayısını biliyor ve bu sayının kutsal bir anlamı olduğuna inanıyorlardı. Piramitler firavunların öbür dünya ile bağlantısını sağladığına ve öbür hayata rahat bir şekilde geçmelerini sağlayacağına göre, pi sayısı kutsal kabul edilmese, bütün ölçüleri bunun katları olarak yapmalarının bir anlamı olmazdı.

Bu bulguya ulaşılırken eski Mısır’da kullanılan uzunluk ölçü biriminin ne olduğu biliniyor mu, bunu bilmiyorum. Fakat farketmiyor. Diyelim Mısırlılar dayanıklı taş gibi bir malzemeden bir birim uzunluk ölçüsü yapmış olsunlar ve bu kazılarda bulunmuş olsun. Ölçüldüğünde bunun uzunluğu 0,7 metre gelmiş olsun. Eski Mısırlılar da, örneğin 100 birim bir uzunluk yerine, bunu pi sayısı ile çarparak 314 birim uzunlukta bir yapı oluşturmuş olsunlar. Bu uzunluğu biz metre ile ölçünce 314 x 0,7 = 219,8 m. ölçeceğiz. Eski Mısır uzunluk birimini bilmesek de, bu yine pi sayısının katı olacaktır. 219,8 / 3,14 = 70. Görünüşe bakılırsa eski Mısırlılar pi sayısını açık bir şekilde biliyorlardı. Bu bulgu, gizem avcısı sahte bilimciler için olağanüstü bir buluştu. Fakat gerçek bilimciler yine de eski Mısırlıların pi sayısını bildiklerinden kuşku duyduklarını açıklayınca tartışmalar da başladı. Gizemciler Mısırlıların pi sayısını bilmediklerinin söylenmesine bozuluyorlardı. Piramitler gibi büyük eserler yapan bu medeniyet, aslında bizim medeniyetimizden bile ilerdeydi! Biz bugün modern makinelerimizle piramitler yapamıyorduk! (Niye piramit yapacaksak?) Üstelik piramitler, içlerindeki enerjiyi bir noktaya yoğunlaştırma gibi olağanüstü ve bizim bilemeyeceğimiz özelliklere de sahipti! Piramitleri keşfetmeye çalışan insanların başlarına gelen bazı kötü olaylar da gizemcilerin ekmeğine yağ sürünce, bir piramitlerin gizemi furyasıdır aldı yürüdü. Kitaplar yazıldı, filmler yapıldı. Kimse piramitlerin içinde enerji yoğunlaşması filan olmadığını, bunun asla ölçü aletleriyle saptanamadığını bilmiyordu. Söylentiler yeterliydi: Piramitin tepe noktasına konan cisimler bu enerji yoğunlaşmasından etkileniyordu: Traş bıçakları köreliyor ya da iyi konumlandırılırsa bileniyordu! Aynı ölçülerde bir piramit kutu yapılsa bile bu etkiyi gözlemek olasıydı ama, pi sayısını bilecek kadar ileri bir uygarlığa sahip olan (!) Mısırlıların yaptığı ölçünün aynını tutturmak imkansızdı! Böylece piramitlerin yanına kadar gidemeyen kişilerin bu işi deneme ve şüphe etme olasılığı da gideriliyordu. Piramitleri gizemine inanmayarak araştırmaya kalkan kişilere de bu işi önceden yapanların başlarına gelen olayların anlatılması iyi bir caydırıcıydı! İnsanlar da: "Bu pi sayısı bu kadar gizeme yol açacak kadar karmaşık bir şey değil, nihayet bir çemberin çevresi ile çapı arasındaki oran!" diyemiyorlardı. Anlı şanlı pi sayısı bu! Kolay mı o kadar? Okulda modern çağın insanları olan bizler öğreninceye kadar ne çektik! Eski Mısırlıların üstün bir medeniyeti olmasa, evrimcilerin dediği gibi maymundan gelen vahşiler olsalar, nerden bilecekler pi sayısını! (Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki evrim teorisi insanın maymundan geldiğini değil, insanla şempanzenin ortak atadan geldiğini savunur. Bu olay da Mısırlılardan çok önce bir olaydır, insanın şempanzeden ayrıldığı varsayılan tarihe nazaran Mısır medeniyetinin var olduğu yıllar, daha dün sayılır.)

Derken ciddi bilim adamları bu işe el koydu. Yaptıkları araştırmalarda eski Mısırlıların uzaklıkları ölçmek için tahta ya da taş tekerlekler kullandıklarını buldular. Tekerleklerin üzerinde bir işaret vardı ve tekerlek yuvarlandıkça bu işaretin kaç tur yaptığı sayılıyordu. Mısırlılar tekerin çevresini değil, çapını bir birime ayarlıyorlardı, çünkü çevreyi bir birime ayarlamak son derece zordur. Halbuki çap için bu zorluk söz konusu değildir. Küçük bir deneme, teker bir kez yuvarlandığında çapının üç misli yol aldığını görmeye yetecektir. O halde çevre için uğraşmaya gerek yoktur! Halbuki daha hassas ölçmeler yapacak aletleri olsaydı, bir tekerleğin çevresinin çapının üç misli değil, pi sayısı kadar misli olduğunu bileceklerdi.

Pi sayısının tam 3,14 olmadığını, virgülden sonra oldukça sayı koyarak gerçek değere yaklaşıldığını belirtmekte fayda var. Belki de gizemciler çok hassas ölçmeler yaparak pi sayısının gerçeğe daha yakın değerlerini bile bulmuş ve eski Mısırlılar’ın matematik bilgisine hayran olmuşlardır. Ancak ne var ki, bu buluş tam tersine eski Mısır’da pi sayısının bilinmediğini gösteriyor olabilir! Asıl pi sayısını bilseler, o zaman uzunlukları tekerlekle daha doğru ölçerler ve biz uzunlukların pi sayısının katları olduğunu göremezdik.

Eski Mısır`da Kalbin Dolaşım Sistemi

Eski Mısır'da kalbin dolaşım sistemi

İlk insanlar kalbin, duyguların merkezi olduğuna ve ruhun burada oturduğuna inanıyorlardı. Heyecanlandıklarında, korktuklarında, karşı cinse ilgi duyduklarında kalbin gümbür gümbür atması, kalbe alınan bir yaranın hemen ölüme sebep olması bu inancı güçlendiriyordu.

Eski Mısır'da kalbin dolaşım sistemi içindeki yeri biliniyordu ama kalbin aynı zamanda hafıza, akıl ve idrak yeteneklerinin de merkezi olduğu sanılıyordu. Kalp ve duygular arasındaki bu ilişkiye olan inanç tarih boyunca devam etti.

Kutsal kitaplar bile 'Tanrı'yı bütün kalbinizle ve ruhunuzla sevin' derken sevgiyi, ruh ve kalple özdeşleştiriyorlardı. Günümüzde tüm duyu merkezlerinin beyinde toplandığı bilinmesine rağmen insanlar sevgiden bahsederlerken ellerini başlarına değil kalplerine götürürler.

Günümüzdeki şekliyle stilize edilmiş kalp sembolünün ortaya çıktığı zamanlarda aşkı simgelediği şüphelidir. İskambil kağıtlarında 'kupa'nın da sembolü olan bu şekil, 1400'lü yıllardan beri kullanılmaktadır. İskambil kağıtlarında asil sınıfı ve kiliseyi temsil eden kupanın şekli kalbi ve aşkı değil kalkanı simgeler.

İnsan ilmiyle uğraşan antropolog Desmond Morris kalp sembolünün insan dişisinin kalçalarının şeklinden kaynaklandığını ve uzun bir süre seksüalite sembolü olarak bilindiğini iddia ediyor. Çok şaşırtıcı ve hiç de romantik olmayan bir teori ama bu konuda yapılan araştırmalardan elde edilen daha şaşırtıcı sonuçlar da var.

New Yorklu tasarımcı Laura Tolkow, Mısır hiyerogliflerini yani resimli yazılarını incelerken kuş ve piramit sembollerinin yanında baş aşağı duran kalp sembolleri de dikkatini çekiyor. Önceleri kalp sembolünün o zamanlarda bile aşkı temsil ettiğini sanıyor ama yazıların anlamlarını öğrenince tam anlamıyla şok oluyor, çünkü hiyerogliflerdeki bu ters kalbe benzeyen şekiller erkek testislerini sembolize ediyor.

Biyolog John Hertner'in açıklaması ise daha akla yatkın gibi. Ona göre eski çağlarda Katolik kilisesi, insan vücudu üzerinde bilimsel çalışma yapanların, insan vücudunu kesip biçmelerini hoş karşılamıyordu. İnsan kadavrası üzerinde çalışma imkanı bulunamadığından anatomik çalışmalar kurbağalar ve fareler üzerinde yapılıyordu.

Kurbağanın dolaşım sisteminin şeması bugün bile okullarda öğretilir. Bu şemada kalbe giren ve çıkan ana damarlar, kalbin üzerinde iki geniş yay oluştururlar. Bu yaylarla birlikte kurbağanın dolaşım şeması kalp sembolünün aynıdır. Hertner, o çağlarda bu damarların da kalbin bir parçası olarak düşünüldüğünü ve insan kalbinin kurbağanınkinden pek farklı olamayacağı sanıldığından, kurbağanın dolaşım sisteminin, kalp sembolü olarak benimsendiğini ileri sürüyor.

Mısır Hakkında İlginç Bilgiler

GEÇMİŞ MEDENİYETLERİN
HAYRANLIK UYANDIRAN İZLERİ



SANAT VE BİLİM YÖNÜNDEN MUHTEŞEM BİR MEDENİYET: ANTİK MISIR

Antik Mısır, insanoğlunun binlerce yıl önce kurduğu sanat ve bilim yönünden en etkileyici medeniyetlerden bir tanesidir. Eski Mısırlılar, ilkel bir toplumun devamı olamayacak kadar engin bir tecrübeye ve bilgi birikimine sahiptiler. Putperest sapkın bir dine mensup olan Mısırlılar arasında Hz. Nuh döneminden, Hz. İbrahim döneminden gelen sanat bilgisine sahip olan ustalar vardı. Bu Musevi ustalar, geçmiş peygamberler döneminden öğrendikleri bilgileri kullanıyorlardı.

Günümüzde dünyanın pek çok bölgesinde, Mısırlıların ulaşmış olduğu medeniyet seviyesine ulaşılamamıştır. Örneğin bugün Afrika'nın çeşitli bölgelerinde, Güney Amerika'nın bazı yörelerinde, Asya'nın çeşitli topraklarında Mısır da dahil olmak üzere pek çok bölgede, medeniyet seviyesinden çok geri bir yaşam sürülmektedir. Tıp, anatomi başta olmak üzere şehir planlamacılığında, mimaride, güzel sanatlarda, tekstilde çok başarılı olan Mısır medeniyeti, bugün büyük bir takdirle ve hayretle bilim adamları tarafından incelenmektedir.


Mısırlıların mumyalama teknikleri, oldukça gelişmiş tıp bilgisine sahip olduklarını gösteren örneklerden biridir.

Tıbbın Kökeni Antik Mısır'da

Eski Mısır'da tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi oldukça şaşırtıcıdır. Kazılarda ele geçen bulgular, arkeologların yanı sıra birçok tarihçiyi de hayrete düşürmüştür. Çünkü hiçbir tarihçi MÖ. 3000'lerde yaşamış eski bir medeniyetten böylesine gelişmiş bir teknoloji beklemiyordu.

Bugün X-ışınları kullanılarak, mumyalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda Antik Mısır'da beyin ameliyatlarının yapılmış olduğu anlaşılmıştır.34 Üstelik bu ameliyatlar oldukça profesyonel yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Cerrahi operasyon geçirmiş mumyaların kafatasları incelendiğinde, ameliyat yerlerinin düzgünce kesilmiş olduğu görülmektedir. Hatta bu insanların ameliyattan sonra hayatta kaldıklarını ispatlayan, kaynamış kafatası kemiklerine rastlanmıştır.35



Diğer bir örnek ise bazı ilaçlarla ilgilidir. 19. yüzyılda oldukça hızlı bir ilerleme kaydeden deneysel bilim sonucunda tıp alanında da büyük gelişmeler oldu. Antibiyotiğin keşfi de bu yüzyıldaki gelişmelerden biridir. Aslında bunlara "keşfedildi" demek hata olur, çünkü bu tekniklerin büyük bir bölümü Antik Mısır'da zaten kullanılıyordu.36


Mısır Firavunu Tutankhamun'un cesedi, içiçe geçen iki tabut içinde muhafaza ediliyordu.
Mısırlıların tıp ve anatomide ne kadar ileride olduklarını gösteren en önemli eserlerden biri de, kuşkusuz geride bıraktıkları mumyalardır. Mısırlılar mumyalama konusunda yüzlerce farklı teknik kullanmışlardır.

Cansız bedenin binlerce yıl bozulmadan saklanabilmesine olanak sağlayan mumyalama işlemi, aslında oldukça karmaşık bir işlemdir. Bu konuda Mısırlıların kullandığı teknik özetle şu şekildedir: İlk önce ölünün iç organları dışarı çıkarılır, burundan beyin alınır, vücut sterilize edilir ve beden natron denilen bir madde ile sarılıp 40 gün bekletilirdi. (Natron; sodyum karbonat, sodyum bikarbonat ve sodyum kloridle, sodyum sülfatın karışımından oluşan bir maddedir.) Daha sonra bu madde vücuttan çıkarılır, kol ve bacaklar gibi vücudun eklemli yerleri çamur ya da kumla sarılır, sonra beden reçineye batırılmış ketenle, kokulu bir çeşit sarı sakızla ve tarçınla sarılırdı. Bir çeşit merhemin vücuda sürülmesinden sonra da ince bir keten tülle örtülürdü.37

Mısırlılar mumyalama tekniklerini sadece insanlarda değil, farklı hayvanlarda da denemişlerdir. Antik Mısır'da tıbbın oldukça gelişmiş olduğu, ele geçen arkeolojik buluntulardan ve özellikle mumyalama tekniklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, vücudun şeklini bozmadan, ölünün tüm iç organlarını çıkartarak mumyalamaları, bu işi yapan insanların, her organın yerini bilecek bir anatomi bilgisine sahip olduklarını göstermektedir.

Mumyalamanın dışında Mısırlılar tarafından 5000 yıl önce kullanılmış olan birçok tıbbi teknik ve alet de yapılan araştırmalarda gün ışığına çıkarılmıştır. Bu konuyla ilgili pek çok detay sıralayabiliriz:

-Mısır'da tıpla ilgilenen rahipler, tapınaklarda çeşitli hastalıkları tedavi ediyorlardı. Mısırlı doktorlar, günümüzdeki gibi farklı alanlarda uzmanlaşmışlardı. Her doktorun kendine ait bir branşı vardı. Göz doktorlarından, dişçilere kadar her konuda ihtisaslaşmış hekimler hizmet veriyordu.

-Mısır'da doktorlar, devlet denetimindeydiler. Eğer hastası iyileşmezse, yahut ölürse devlet bu hatanın sebeplerini soruşturur ve doktorun kullandığı yöntemin kurallara uygun olup olmadığını öğrenirdi. Tedavi sırasında bir ihmalkarlık yapılmışsa, bu durum tespit edilir ve doktora kanunlar çerçevesinde ceza verilirdi.


Smith papirüsü - Bu papirüste, Antik Mısırlıların, ketenden yapılmış yara ve sargı bantları kullandıkları anlatılmaktadır.

-Tapınakların her biri, ilaçların hazırlandığı ve depolandığı tam teçhizatlı bir laboratuvara sahipti.

-Bilinen ilk eczacılık uygulamaları, bandaj ve kompres kullanımı örneklerine Mısır'da rastlanmıştır. Smith Papirüsü'nde, keten bezinden yapılan yapışkan bantların yaraları kapamada ne şekilde kullanıldığından bahsedilmektedir. Keten bez, bunun dışında bandaj için de uygun bir malzemeydi.

-Arkeolojik bulgulardan, Mısır'daki tıbbi uygulamaların tamamına ait detaylı bir tablo ele geçmiştir. Bununla beraber, her biri kendi alanında ihtisaslaşmış 100'den fazla doktorun ismi ve ünvanı da bulunmuştur.

-Ayrıca Kom Ombo'daki bir başka tapınak duvarındaki rölyefin içine oyuk açılmış ve buraya cerrahi aletlerin kutusu yerleştirilmiştir. Bu kutunun içinde büyük metal bir makas, cerrahi bıçaklar, testereler, sondalar, spatulalar, küçük kancalar ve pensler mevcuttu.

-Teknikler çok sayıda ve çok çeşitliydi. Kırıklar, çatlaklar tam olarak oturtuluyor, kırık tahtaları kullanılıyor ve yaralar dikişle kapatılıyordu. Mumyaların çoğunda çok başarılı bir biçimde tedavi edilmiş kırıklara rastlamak mümkündür.

-Mumyalarda herhangi bir cerrahi dikiş izine rastlanmamasına rağmen yara dikilmesi ile ilgili Smith Papirüsü'nde (bu papirüsün tamamı tıpla ilgilidir) on üç referans mevcuttur. Bu, Mısırlıların estetik yara dikimini de başarmış olduklarına işaret etmektedir. Yara dikiminde keten iplik kullanılıyordu. İğneler ise muhtemelen bakırdandı.

-Mısırlı doktorlar, steril yaralar ile enfeksiyonlu yaraları ayırt edebiliyorlardı. Enfeksiyonlu yaraların temizlenmesinde keçi yağı, köknar yağı ve ezilmiş bezelyeden oluşan bir karışım kullanıyorlardı.

-Penisilin ve antibiyotiğin bulunuşu oldukça yenidir. Fakat Eski Mısırlılar bu tür tedavilerin ilk organik versiyonlarını kullanıyorlardı. Ayrıca, Mısırlılar antibiyotiğin farklı çeşitlerini biliyorlardı. Belli türdeki hastalıklara uygun reçeteleri yazıyorlardı.38

Görüldüğü gibi Mısır medeniyeti tıp konusunda oldukça önemli adımlar atmış, tedavi yöntemleri geliştirmiş, uzman doktorlar yetiştirmiştir. Yapılan kazılarda, tıp alanında sağlanan bu önemli başarıların yanı sıra, Mısırlıların şehir planlamacılığı ve mimari gibi konularla da çok ilgili oldukları ortaya çıkmıştır.

Eski Mısır'da Gelişmiş Metalurji





(1,2) Altın, gümüş ve yarı değerli taşlardan yapılmış çok ince işlemeli kralın göğüs zırhları.
(3) İnce işlemeli sandalet
(4) Sert altından yapılma, uzun uçlu küçük ibrik, sağlamlığını ve parlaklığını halen korumaktadır.


Metalurji en genel anlamıyla, gerekli hammaddeler kullanılarak metal ve alıaşımlarının üretilmesi, saflaştırılması, şekillendirilmesi ve korunmasını içeren bilim ve teknoloji dalıdır. Eski Mısır medeniyeti incelendiğinde, bundan yaklaşık 3000 - 3500 yıl önce, Mısırlıların başta altın, bakır, demir olmak üzere çeşitli maden ve metallerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda uzman oldukları görülmektedir. Metalurjinin gelişmiş olması, Antik Mısırlıların, cevherlerin bulunması, çıkarılması, işlenmesi alanlarında ileri bir teknolojiye ve aynı zamanda gelişmiş bir kimya bilgisine sahip oldukları anlamına da gelmektedir.

Yapılan arkeolojik çalışmalar MÖ 3400 yıllarında Mısırlıların bakır cevherleri hakkında detaylı çalışmalar yaptıklarını ve metal alaşımları meydana getirdiklerini ortaya koymuştur. Dördüncü Hanedanlık döneminde (MÖ 2900 yılları), madenlerin araştırma ve işletmesinin en yüksek düzey yetkililer tarafından takip edildiği ve Firavunların oğulları tarafından denetlendiği bilinmektedir.



(5) Tutankhamun mumyasının boynunda bulunan bu kolyenin üzerinde çok ince altın işçiliği vardır. Bunun yanı sıra firavunun mumyasında, 150 tane mücevher ve kolye daha bulunmaktaydı.
(6) Kalın altın varakla kaplanmış ve gümüş varaklı bir kızağın üzerine yerleştirilmiş tahta muhafaza.
(7) Tanis'te bulunan altın, lacivert taşı ve turkuazdan yapılmış göğüs zırhı.

Mücevherlerdeki ince işçilik, profesyonel altın işleme malzemelerinin kullanıldığını göstermektedir. Gerekli araç gereç olmadan bu derece ince işlemecilik yapılamaz. Mısırlıların altın işçiliğinin kalitesinin ve inceliğinin, günümüz işlemeceliğinden hiçbir farkı yoktur.



Bakırın yanı sıra, eski Mısırlıların sıkça kullandıkları madenler ve metaller arasında demir de vardı. Bronzun üretimi için tin, camların renklendirilmesinde de kobalt kullanılıyordu. Mısır'da bulunmayan metaller ise başta İran olmak üzere diğer bölgelerden getirtiliyordu.

Antik Mısırlıların en çok kullandıkları ve değer verdikleri maden ise altındı. Mısır'da ve Antik Mısır'ın sınırları içinde olan bugünkü Sudan'ın belli bölgelerinde, eski Mısırlılara ait olduğu tahmin edilen yüzlerce altın maden yatağı bulunmuştur. Apollinopolis yakınlarındaki bir altın madeninin planının bulunduğu MÖ 14. yüzyıla ait bir papirüs, eski Mısırlıların altın madenleri konusundaki profesyonelliklerini ortaya koymuştur. Papirüste yer alan bilgilere göre, maden çevresinde sayısı 1300'den fazla evin yalnızca madende çalışanların konaklaması için inşa edildiği anlatılmaktadır. Antik Mısır'da altın işlemeciliği ve mücevher sanatının önemi, bu bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim arkeolojik kazılarda bulunan, yüzlerce altından yapılmış, kullanım ve süs eşyası da, eski Mısırlıların altın madenciliği ve işlemeciliği konusundaki uzmanlıklarının bir göstergesidir.

Tüm bu bilgiler eski Mısırlıların maden yataklarını tespit edebilecek, bu yataklardan madeni çıkarabilecek, çıkan madeni işleyebilecek, ayrıştırabilecek ve yeni metaller oluşturabilecek bilimsel bilgiye ve teknolojiye sahip olduklarını göstermektedir.

Şehir Planlamacılığı ve Alt Yapının
Eski Mısır'daki Önemi


Antik Mısırlıların gelişmiş medeniyetinin en önemli göstergelerinden biri de hiç şüphesiz mimari ve mühendislik bilgileriydi.
Mısır'ın kuru bir iklime sahip olması, bugün bize bu medeniyetten geriye pek çok ipucu bırakmıştır. Arkeolog Arthur Evans, MÖ 1600'de donanmasıyla denizlere hükmeden bir hükümdar yaşadığını ve bu dönemde genel refahın bir hayli yüksek olduğunu, estetiğin öneminin oldukça arttığını, giyim kuşamın bir zevk ve incelik haline dönüştüğünü saptamıştı. Evans, bulduğu şeylerin tümünü "modern" sıfatıyla nitelendiriyordu. Yine modern olarak tanımladığı saray büyüklüğündeki bir binada, yeraltı su yolları, lüks yıkanma yerleri, havalandırma tertibatı, kanalizasyon şebekesi ve süPage Rankingüntü kuyuları bulmuştu. Bunların günümüz şehir planlamacılığından hiçbir farkı yoktu.

Kuşkusuz böyle bir plan ve bina yapısı, gelişmiş bir mimari ve mühendislik bilgisini gerektirir. Yer altından yol yapıldığında statiğin ölçülmesi, nerelere kirişler konması gerektiğinin saptanması, ne kadar derine inileceğinin ve ne kadar uzunlukta yol alınacağının belirlenmesi, havalandırmanın nerede, nasıl etkili olacağının hesaplanması, temiz ve kirli suların birbirine karışmadan nakledilebilmesi gibi birçok detayın ince ince düşünülmesi ve en önemlisi de bunların yapımında hiçbir hatanın meydana gelmemesi gerekir. Tüm bu teknikleri Mısırlılar biliyorlardı. Elimize ulaşan bilgiler bu gerçeği açıkça kanıtlamaktadır.

MÖ 3000'lerde Mısırlıların kullandıkları mimari teknikleri ve altyapı sorununa yaklaşımları, son derece profesyonel ve sorunları çözmeye yöneliktir. Kurak bir ülke olan Mısır için suyun önemi çok büyüktür. Nitekim bu konuda da kalıcı çözümler bulmuşlardır. Alt yapıyla ilgili olarak, Mısırlıların geliştirdikleri en önemli projelerden birisi suyu korumak için inşa ettikleri depolardır.

Kızıldeniz'e varıldığı zaman Fayyum vahasındaki bataklıkta, büyük bir su deposunun varlığı keşfedilmiştir. Bugünkü Kahire'nin seksen kilometre güneyindeki Moris Gölü, Mısırlılar tarafından, Nil'in suyunu bir kanal aracılığıyla depolamak amacıyla yapılmıştır. Bu su haznesinin yakınlarına ise ev ve mabetler inşa edilmiştir.39 Antik Mısır'da hayatın belli bir bölgede sürekliliğini sağlayabilmek için suni göletler inşa edilmiştir. Bu sayede Nil'in suyu bu göletlerde biriktirilerek Mısır çöllerinde ileri bir medeniyet inşa edilebilmiştir.

Mısırlıların tıbbi bilgileri, şehir planlaması, mühendislik bilgileri ve uygulamaları son derece ileri bir medeniyete sahip olduklarını gösteren önemli delillerden birkaçıdır. Bu bilgi ve uygulamalar, evrimcilerin iddia ettiği, "toplumların ilkelden medeniye doğru ilerledikleri" tezini bir kez daha yerle bir etmektedir. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce yaşayan bir toplum, günümüzdeki çeşitli toplumlardan, hatta günümüzde bu topraklarda yaşayan bazı topluluklardan dahi daha ileri bir medeniyet seviyesine sahiptir ve bu durumun evrimle açıklanabilmesi mümkün değildir. Kuşkusuz, Mısırlıların bu yüksek medeniyeti yaşadığı dönemde, dünyanın farklı bölgelerinde daha geri medeniyetler, daha ilkel koşullarda yaşayan insanlar da var olmuştur. Ancak bunların hiçbiri, ne daha az insan özelliklerine sahiptir, ne de sözde maymunsu özelliklere. Antik Mısırlılar da, Antik Mısırlılarla aynı dönemde ilkel koşullarda yaşayan insanlar da, bundan yüz binlerce yıl önce var olmuş insan toplulukları da, günümüz insanı da tüm özellikleriyle hep insan olarak var olmuşlardır. Kimi toplumların daha ileri kimilerinin ise daha geri koşullarda yaşamış olmaları, Darwinistlerin iddia ettikleri gibi, onların asla hayvanlardan meydana gelen bir tür olduğunu veya birinin diğerinden evrimleştiğini göstermez. Bu bilime, akla ve mantığa aykırı bir yorumdur.


Antik Mısır dönemine ait, keten üzerine yapılmış resimlerden örnekler.

Antik Mısırlıların Tekstildeki Başarıları

Eski Mısır'da keten kumaşı dokuması yapılırdı. MÖ 2500'den kalan kumaş parçalarından anlaşıldığına göre, o dönemde gerek iplik bükümü, gerekse dokuma tarzı bakımından çok kaliteli kumaşlar üretilmiştir. Fakat her şeyden önemlisi bu kumaşların dokumasındaki detaylardır. Günümüzde teknoloji yardımıyla donatılmış makinelerde üretilebilen ince iplikleri Mısırlılar, MÖ 2500 tarihlerinde üretmiş ve keten iplikten dokunmuş kumaşları, mumyalama işleminde kullanmışlardır. Bu kumaşlardaki ince dokuma, antik Mısırla ilgilenen bilim adamlarını hayrete düşürmüştür. Büyüteçle sayılabilen dokumalardaki ipliklerin inceliği, bugün makine ile dokunan ipek kumaşlar ayarındadır.40 Günümüzde dahi bu kumaşların kalitesi meşhurdur ve Mısır keteni günümüzdeki ününü MÖ 2000'lerde yaşamış olan Antik Mısır halkından almıştır.41

Matematikte İleri Seviye


Rhind papirüsü
Mısır'da rakamlar çok eski zamanlardan itibaren kullanılıyordu. MÖ 2000 yılına ait birtakım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele geçmiştir. Bu dokümanlar, Kahun, Berlin ve Rhind papirüsleri diye bilinmektedir. Bu belgelerde, ölçülerin ne gibi esaslara göre yapılacağı örneklerle belirtilmiştir. Mısırlılar, Pisagor Teoremi'ni, ölçüleri 3-4-5 olan bir üçgenin dik üçgen olduğunu biliyor ve bundan inşa ölçümlerinde faydalanıyorlardı.42

Ayrıca Mısırlılar, yıldızlarla gezegenler arasındaki ayrımı da biliyorlardı. Astronomi ile ilgili çalışmalarına görülmesi çok zor olan yıldızları da eklemişlerdi.

Diğer taraftan Mısırlıların hayatı, Nil'in yükselme ve alçalmasına bağlı olduğundan, bu durumu daima ölçmeleri ve kontrol etmeleri gerekliydi. Hükümdar, Nil'in yükselme ve alçalmasını kaydettirmek için, bir "Nilometre" yaptırmış ve bu işle uğraşmak üzere memurlar tayin etmişti.43

Sırlarla Dolu İnşa Teknolojisi

Antik Mısır'da inşa edilen ve günümüzde hala büyük bir hayranlıkla izlenen en önemli eserler gizemli piramitlerdir. Bu piramitlerin en ihtişamlısı olan "Büyük Piramit" şimdiye kadar dünya üzerinde inşa edilmiş en büyük taş yapı olarak kabul edilir. Bu piramitin nasıl inşa edildiği konusunda Herodot zamanından itibaren birçok tarihçi ve arkeolog, çeşitli teoriler ortaya atmıştır. Kimileri bu piramitin yapımı sırasında kölelerin çalıştırıldığını ve rampa tekniğinden basamaklı piramite kadar birçok yöntemin kullanıldığını savunmuştur. Bu yöntemlerin karşımıza çıkan manzarası şöyledir:

-Bu piramidi kölelerin inşa etmiş olma ihtimali durumunda, çalışan köle sayısının 240.000 gibi olağanüstü bir rakam olması gerekirdi.

-Eğer inşa tekniği olarak rampa yöntemi kullanılmış olsaydı, piramitin yapımı bittikten sonra bu rampanın yıkılması için yaklaşık 8 yıl gerekirdi. Mısır bilimcisi Garde-Hansen'e göre bu, oldukça saçma bir teoriydi. Çünkü bu rampanın yıkılmasından sonra geride kalan dev moloz artıklarını bir yerlerde görmemiz gerekirdi. Ama böyle bir delile hiçbir yerde rastlanmamıştır.44

Garde-Hansen, diğer teorisyenlerin önemsemediği bazı yönleri ele almış ve şunları söylemiştir:

Piramidi ziyaret ettiğinizde şaşırtıcı görüntüleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın: 5000 yıl önceki taş ocağı işçisi, günde, piramitlerin inşasında kullanılan 330 taş blok üretiyor. Suyun bastırdığı mevsimde, günde 4000 blok Nil nehrinin üzerinde taşınıyor ve Giza platosuna gelindiğinde bu taşlar platodan yukarıya taşınarak, piramidin inşa edileceği bölgeye ulaştırılıyor. Eğer bu şartlar altında taşıma işlemi gerçekleşiyor olsaydı, dakikada 6.67 blok taşınması gerekirdi. Bu sonuç, sunulan teorinin geçersizliği için yeterli bir rakamdır.45

-Tüm bunların yanında, piramidin bir yüzeyinin alanının yaklaşık olarak 2.5 hektar olduğu düşünülürse, her bir yüzeyin yaklaşık olarak 115.000 kaplama taşıyla kaplanmış olması gerekir. Bu taşlar da öylesine itinayla yerleştirilmiştir ki, taşlar arasında bırakılan mesafe bir kağıdın geçmesine olanak vermeyecek derecede dardır.46

Tüm bunlar piramitlerin yapımlarıyla ilgili sırların günümüz bilim ve teknolojisiyle dahi çözülemediğini gösteren bilgilerden bazılarıdır.

Gize'deki Piramitlerle İlgili Çarpıcı Bilgiler


Gize'deki piramitlerle ilgili yapılan bazı matematiksel araştırmalar, eski Mısırlıların çok gelişmiş bir matematik ve geometri bilgileri olduğunu göstermektedir. Bu hesaplamalara göre, piramitleri planlayanların matematik ve geometri bilgisi dışında, dünyanın ölçüleri, çevresi, ekseni ve bu eksenin eğimi gibi bilgilere de sahip olmaları gereklidir. MÖ yaklaşık 2500'lü yıllarda inşasına başlanan piramitlerle ilgili bu bilgiler, henüz büyük matematik bilginleri Pisagor, Arşimet ve Öklid'den dahi 2000 yıl daha önce bu piramitlerin inşa edildiği göz önünde bulundurulursa, çok daha çarpıcı bir hal almaktadır:

- Piramitin açıları Nil deltasını iki eşit yarıya böler.

- Gize'nin üç piramiti aralarında, bir Pisagor üçgeni oluşturacak biçimde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine oranları 3:4:5'tir.

- Piramitin yüksekliğiyle çevresi arasındaki oran bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki orana eşittir.

- Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterir. Piramiti çevreleyen taş levhaların uzunluğu, bir günün gölge uzunluğuna eşittir.

- Piramitin dikdörtgen biçimindeki tabanının normal kenar uzunluğu 365,342 Mısır endazesine (dönemin ölçü birimi) denk gelir. Bu sayı günümüzde de kullanılan güneş yılının günlerinin sayısına oldukça yakındır. (Günümüzde güneş yılının gün sayısı 365, 224 olarak hesaplanmaktadır.)

- Büyük Piramitle dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey Kutbuyla piramitin arasındaki uzaklığa eşittir.

- Piramitin tabanının yüzeyi, anıtının yarısının iki katına bölündüğünde, pi sayısı elde edilir.

- Piramitin dört yüzünün toplam yüzölçümü piramitin yüksekliğinin karesine eşittir.47

Piramitler Tekrar İnşa Edilmek İstense...

1978'de Amerika'daki, Indiana Limestone Institute of America Inc. (dünyada kireçtaşı ocakları konusunda en büyük ve en uzman kuruluş), bugün Büyük Piramit gibi bir piramit inşa edilmek istense, insan gücü ve materyallerin ne olması gerektiği hakkında bir araştırma yapmıştır. Sonuç oldukça düşündürücüdür; şirket yetkilileri, piramitlerin inşasındaki zorluğu şöyle açıklamaktadırlar:

Eğer mümkün olan gücü maksimuma çıkartsak, bu da bugünkü üretimi üç katına çıkartmak anlamına gelir ki, bu kadar kireçtaşını ocaktan çıkarmak ve transfer etmek ancak 27 yıl sürer. Üstelik tüm bu çalışmalar Amerika'nın üstün teknolojisiyle yani hidrolik çekiçler, elektronik kristal başlı testereler kullanılarak yapılabilir. Bu büyük çaba, sadece kireçtaşını madenden çıkarmak ve onu taşımak için kullanılacaktır. Ve buna, Büyük Piramit'in inşası için gerekli olan laboratuvar testleri ve bunun gibi ön çalışmalar dahil değildir.48


Keops Piramiti ortalama 2.5 milyon taş bloktan oluşmaktadır. Günde on bloğun üst üste konulduğu varsayılırsa -ki bu işçilerin olağanüstü bir çaba göstermelerini gerektirecektir- 2.5 milyon taşın 664 yılda yerlerine konulduğu ortaya çıkar. Oysa, söz konusu piramitin ortalama 20-30 yıl içinde yapılmış olduğu düşünülmektedir. Bu basit hesap dahi, Mısır piramitlerinin yapımında tahmin edilenden farklı ve üstün bir teknolojinin kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Peki Antik Mısır'da bu dev piramitler nasıl inşa edilmiştir? Kayalık taraçalar hangi güçle, hangi makinelerle, hangi teknikle düzleştirilmiştir? Kaya mezarları hangi imkanlarla kazılmıştır? İnşaat sırasında aydınlatma nasıl sağlanmıştır? (Piramitlerin ve mezarların duvarlarında ve tavanlarında, herhangi bir kararma ve is izine rastlanmamıştır.) Taş bloklar taş ocaklarından nasıl çıkarılmış, farklı şekillerdeki taşların kenarları nasıl düzleştirilmiştir? Tonlarca ağırlığındaki bu taşlar nasıl taşınmış ve birbirlerine santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkta nasıl birleştirilmiştir? Bu sorular daha da artırılabilir. Peki bu sorular evrimcilerin insanlık tarihi yanılgısıyla akılcı ve mantıklı bir şekilde cevaplanabilir mi? Elbette hayır.

Antik Mısır'da, sanatıyla, tıbbıyla, mimarisi ve kültürüyle dev bir medeniyet kurulmuştur. Mısırlıların geride bıraktıkları eserler, kullandıkları tedavi yöntemleri, sahip oldukları bilgi birikiminin ve tecrübenin en önemli delillerindendir. Bugün bazı bilim adamları, tarihin evrimi iddiasına göre piramitleri yapması oldukça zor olan Mısırlıların eserlerinin, uzaylılar tarafından yapıldığını dahi iddia edebilmektedirler.


Geçmiş toplumların dev taş bloklar kullanarak inşa ettikleri binalar, günümüzün modern inşaat makinelerine benzer makinelerin o dönemlerde de kullanılmış olduğuna işaret etmektedir. Altından yapılmış olan bu süs eşyasının da inşaat makinelerine olan benzerliği dikkat çekicidir. Bu parça, 1920'lerde Panama'da bulunmuştur. Kolye ucu olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bu ve benzeri bulgular, evrimcilerin geçmiş toplumların tamamen ilkel oldukları yönündeki iddialarını yalanmaktadır. Tarih boyunca teknolojide ilerleme ve bilgi birikimi olduğu açıktır, ancak bu geçmişte hayvani koşullarda yaşandığı anlamına gelmemektedir. Geçmiş toplumlar da ihtiyaçlarına uygun keşifler yapmışlar, cihazlar geliştirmişler, makineler kullanmışlardır.


Dönemin muhtemel vinç modeli



Tutankhamun döneminden bir kesit. Eser Kahire'deki Mısır Müzesi'nde sergileniyor.
Elbetteki "piramitleri uzaylılar inşa ettiler" iddiası, demagoji ile bile bir açıklama yapamadıklarında evrimcilerin sığındıkları son derece akıl ve mantık dışı bir iddiadır. Her şeyden önce buna dair en ufak bir bilgi veya delil dahi bulunmamaktadır. Evrimciler tesadüflerle veya hayali evrimsel süreçle açıklama yapamayacaklarını anladıkları zaman hemen "uzaylılara" sığınmaktadırlar. Nitekim canlılığın yapı taşını oluşturan ilk proteinin ve hücrenin çekirdeğindeki DNA'nın, tesadüfen cansız maddelerden meydana gelemeyecek kadar kompleks ve olağanüstü bir yapıya sahip olduğunu anladıklarında şöyle gülünç bir iddiada bulunmuşlardır: "İlk canlı organizmayı dünyaya uzaylılar getirip bıraktılar." Bazı evrimci bilim adamları tarafından savunulan bu iddianın saçmalığı elbette ki evrimcilerin içine düştükleri çaresizliğin göstergelerindendir.

Mısır'da kurulan medeniyet ve tarih boyunca kurulan diğer tüm medeniyetlerin her biri akıl ve irade sahibi insanlar tarafından kurulmuştur. Üstelik bunlar çok eski dönemlere ait medeniyetlerdir. Bugün Mısır'ın MÖ 3000 yılındaki eserlerini inceleyerek hayranlığımızı dile getiriyoruz ve bilim adamları ve konuyla ilgili uzmanlar bu eserlerin nasıl meydana getirilmiş olabileceğini tartışıp araştırıyorlar. Ancak şu nokta çok önemlidir; Mısır'da bugün izlerine rastlanan 5000 yıl önceki medeniyet, elbette ki binlerce yılın tecrübe ve bilgi birikimi ile oluşmuştur. Yani bu medeniyetin kökleri daha da öncesine dayanmaktadır. Dolayısıyla evrimcilerin ve tarihin evrimine inananların iddia ettikleri gibi ilk çağlarda ilkel ve konuşma yeteneğinden yoksun, sadece hayvan avlayarak geçimini sağlayabilen, yarı hayvan insanlar yoktu. İnsan ilk yaratıldığı günden bu yana, günümüz insanının sahip olduğu zeka, estetik anlayışı, kavrayış, bilinç ve ahlak gibi tüm insani özelliklere sahipti.

Antik Mısr Mezarlarında Bulunan Planör Modeli


Pek çok medeniyetin geride bıraktığı izlerde, hava ulaşımının bilinenden çok daha eski dönemlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mayaların kalıntılarında, Mısır piramitlerindeki resimlerde, Sümer yazıtlarında bu durum açıkça görülmektedir. Kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla bundan binlerce yıl önce de insanlar, planörler, uçaklar, helikopterler benzeri araçları yapmakta ve kullanmaktaydılar.

Kuran-ı Kerim ayetlerinde de geçmiş dönemlerde hava ulaşım aletlerinin kullanılıyor olabileceğine işaret edilmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)... (Sebe Suresi, 12)

Bu ayet-i kerimede ulaşılması oldukça uzak olan mesafelere, Hz. Süleyman döneminde kısa sürede ulaşılabildiğine dikkat çekiliyor olması muhtemeldir. Bu ulaşım, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknoloji kullanılarak, rüzgarla hareket eden vasıtalar meydana getirilmesiyle gerçekleşmiş olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Geçmiş medeniyetlerinin hava ulaşımını kullandıklarına işaret eden delillerden biri, Mısır'da bulunan planör modelidir. 1898 yılında arkeologlar tarafından bulunan bu planör modelinin MÖ 200 yıllarında yapılmış olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bundan yaklaşık 2200 yıl öncesine ait bir planör modelinin ortaya çıkarılması elbette olağanüstü bir durumdur. Bu, evrimci tarih anlayışını temelden sarsan arkeolojik bir buluştur. Söz konusu modelin teknik özellikleri incelendiğinde ortaya çok daha ilginç bir manzara çıkmaktadır. Bu ahşap model, günümüzün en ileri teknolojisiyle yapılan Concorde uçaklarda olduğu gibi, hızdan minimum kayıpla maksimum yük taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştır. Bu durum, Antik Mısırlıların çok iyi aerodinamik bilgisine sahip olduklarını da göstermektedir.


MÖ 200 yılına ait olduğu tahmin edilen ahşap planör modeli.

Abydios Tapınağı'nın duvarlarında Dr. Ruth Hiver tarafından bulunan bu resimlerdeki araçların, günümüzde de kullanılan helikopter, jet ve uçak gibi araçlarla olan benzerliği dikkat çekicidir.

Antik Mısır'da Elektrik Var Mıydı?

Dendera'daki Hathor Tapınağı'nda bulunan bazı duvar resimleri, Antik Mısırla ilgili oldukça ilginç bir bilgiyi gün yüzüne çıkarmıştır. Resimde yer alan figürler, Antik Mısırlıların elektriği bildiği ve kullandığı ihtimalini gündeme getirmiştir. Söz konusu resim dikkatlice incelendiğinde, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanıldığı görülür: Ampul görünümündeki şekil dikdörgen bir sütun (bu sütun izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen ve ced sütunu olarak adlandırılan bir sütundur) tarafından desteklenmektedir. Resim deki şeklin günümüz elektrik lambalarıyla olan bu şaşırtıcı benzerliği, çok dikkat çekicidir. Tunsten ışığının kaşifi olan Dr. Colin Fink, Mısırlıların bundan yaklaşık 4300 yıl öncesinden, zıt kutupla bakıra elektrik kaplamayı bildiklerini söylemektedir. Bu kaplama, kendisinin 1933 yılında sülfürü kullanarak denediği bir yöntemdir.49


Dendera'daki Hathor Tapınağı'nın duvarlarında bulunan bu resimlerde görülen figürlerin günümüzde kullanılan ampullerle olan benzerliği bilim adamlarını hayrete düşürmüştür.

Resimde tarif edilen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı, bilim adamları tarafından denenmiştir. Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş, resimdeki ampulü, yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ve ortaya çıkan sistem etrafı aydınlatmış, yani ışık yaymıştır.50

Mısır'da elektriğin kullanılmış olabileceğini gösteren delillerden biri de piramitlerin iç duvarlarında hiç is izinin bulunmamasıdır. Eğer evrimci arkeologların iddia ettiği gibi, aydınlatma için meşale ve benzeri malzemeler kullanılmış olsaydı duvarlarda mutlaka is olması gerekirdi. Ancak piramitlerin en içteki dehlizlerinde dahi böyle bir is izi yoktur. Gerekli aydınlatma sağlanmadan, inşaatın devam etmesi, daha da önemlisi duvarlardaki gösterişli resimlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Bu da Mısır'da elektriğin kullanılmış olma ihtimalini güçlendirmektedir.


Mısır hiyerogliflerinde sıkça rastlanan ced sütunu, bir tür elektrik malzemesini sembolize ediyor olabilir. Ced sütunu, jenaratör görevi görüyor ve bu şekilde aydınlatma sağlanıyor olabilir.

8 Mayıs 2008 Perşembe

Eski Mısır`da ki Garip Olaylar

İnsanlığın aydınlanmasında en büyük rolü hiç kuşkusuz Modern Bilim rol oynuyor. Hatta Bilime tapanlar bile var. Ancak bazen birçok bilim adamının çokta geniş fikirli olduğunu söyleyemeyiz. Hatta dünyaya at gözlükleriyle baktıkları bile söylenebilir. Onlar bir doktrini temel alarak yollarına devam etmekte ve aldıkları bilimsel öğretilerin sınırlarını zorlamadan olaylara açıklık getirmektedirler. Buda bazen dar görüşlü teorilere yol açmaktadır. Klasik tarih ve diğer bilim öğretilerine ters düşen ve bir muamma olarak karşılarına çıkan bir çok olayı ve buluntuyu "vardır mantıklı bir açıklaması " deyip geçiştirmekte , hatta incelememektedir. Çünkü ulaşacağı sonuçlar hiçte klasik tarihin sıralamasına uyacak cinsten olmayacak. Klasik yolu değiştirmek istemediklerinden dolayıda bu buluntuları görmezlikten gelmekte, tartışmalara girmemektedirler. Buradaki amacımız bilim adamlarını kötülemek falan değil. Bilime karşı olmakta saçmalıktır. Ancak düşüncemiz Klasik bilimin daha geniş fikirlilikle incelemeler yapması ve insanlığı gerçeklerle aydınlatmasıdır. Evrim teorisinde olduğu gibi yüzyıllar öncesinin yanılgılarını devam ettirmek yerine yeni sayfalar açarak insanlığı gerçeklerle buluşturmak onların görevi olmalı. Şimdi gelin bakalım, şu dünya üzerinde bulunan ve bilimin görmezlikten geldiği , tarihimizin karanlıklarından buluntulara kısaca göz atalım. Buluntular sadece bunlarla sınırlı değil tabiki. Şimdilik sadece bu kadarına yer vereceğiz.


***

Mısır , Dendera 'daki Hathor tapınağında göze çarpan ampuller. Bu ampuller kıvrımlı kablolar ile bir jeneratöre veya açma kapama düğmesine bağlıdırlar. Ampul şeklindeki cismin içine bir yılan tasviri konulmuş. Bu da ampulün içindeki ince teli gösteriyor olabilir. Rudolf Gantenbrink tarafından Büyük Piramitte keşfedilen bakır kulplu kapı. Resim UPUAUT 2 adlı bir araştırma robotu tarafından çekilmiştir.. Hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen gizemli kapı ,kraliçe odasından başlayan güney kanallarında yer almaktadır. Bu kapının arkasında başka bir kapı daha bulunmuştur. Yapılan bazı araştrmalar sonucunda içinde ne oldğunu bilmediğimiz bir oda veya odalar bu ikinci kapının arkasında bulunmaktadır.. Aynı kapıdan kral odasından başlayan kuzey kanallarındada bulunmuştur. Burada sorulan en önemli soru şu : Görünüşte hiçbir amaca hizmet etmeyen bu kapılar Neden buralara kondu ?

***



Mısır 'daki Abydos tapınağındaki hiyerogliflerde ,helikopteri ,tankı, kargo uçağını ve planörü çağrıştıran şekiller vardır. Bu hiyeroglifler başka hiyerogliflerin altına gizlenmişlerdi. İlk tabaka hiyerogliflerin yerinden kopup düşmesiyle bu esrarengiz şekiller gün yüzüne çıkmıştır.


***


1900 'lü yılların başlarında 250 civarında hiyeroglif Sydney 'in 100 km. kuzeyindeki Hunter Valley ulusal parkında keşfedilmiştir (Avustralya). Bunlar antik Mısır hiyeroglifleridir. Kuşkuya yer bırakmayacak olan Eski Mısır Tanrısı "Anubis" çizimi ile birlikte hiyeroglifler şu soruyu akla getiriyor: Acaba Eski Mısırlılar Avustralya 'yamı gitmişlerdi ?

Dünya Basınından

- Mısır'da firavun döneminden kalma tapınak ortaya çıkarıldı.

İtalyan arkeologlar, Mısır'ın batısındaki Siva bölgesinde, firavunlar döneminden kalan bir tapınağı ortaya çıkardı. Torino Üniversitesi'nden İtalyan arkeolog Paolo Gallo, ülkenin batısında ortaya çıkarılan tapınak sayesinde, M.Ö. 4. yüzyılda vahalar çevresindeki yaşamın nasıl geliştiğine dair bilgi edinebileceklerini söyledi. Arkeolog Paolo Gallo, çölün ortasındaki, yıkılmış ve kumla kaplı bu tapınağın 20 metre yüksekliğinde olduğunu belirtti.

Tapınağın iç duvarlarında Mısır tanrılarının resimlerinin bulunduğunu söyleyen Gallo, bu duvarların "kurtarılması" için ekibin yoğun çaba sarf ettiğini kaydetti. Arkeologların, 1920'den beri Siva bölgesinde arkeolojik yapıların bulunduğunu bildiklerini belirten Gallo, ancak bu tapınağın varlığının bugüne kadar bilinmediğini söyledi.

Mısır'da bir firavunun eşine ait olduğu sanılan 4500 yıllık piramidin temeli bulundu.

4500 yıllık temel, Kahire'nin 20 kilometre güneybatısındaki Ebu Ravaş bölgesinde bulundu. Mısır Eski Yapıtlar Yüksek Konseyi, piramidin, Mısır'ın başkenti Kahire'nin 20 kilometre güneybatısındaki Ebu Ravaş bölgesinde bulunduğunu bildirdi. Konsey Başkanı Zahi Havas, piramidin, IV. Firavun hanedanından, 4500 yıl önce üvey kardeşini öldürerek tahta geçen ve 8 yıl tahtta kalan Djedefre'nin eşlerinden birine ait olduğunun sanıldığını belirtti. Havas, arkeologların piramidin temelinde Keops'u simgeleyen hiyeroglifler bulduğunu da kaydetti.
- Mısır'da İsviçreli arkeologlar kazı çalışmaları sırasında bir piramit daha buldu.

4 bin 500 yıllık olduğu belirtilen piramit, 4. hanedandan Firavun Redjedef'e ait. Yeni piramit, başkent Kahire yakınlarındaki başka bir piramit üzerinde yapılan kazılar sırasında tesadüfen keşfedildi. FİRAVUN Keops'un yaptırdığı dev Giza piramidinin yakınında bulunan yeni piramidin, Keops'un gelinine ya da kızına ait olduğu tahmin ediliyor. İÖ. 2680 - 2560 yılları arasında inşa edilen yeni piramitte, mumyalanan ölülerin organların saklandığı mermer bir kavanoz ve kireçtaşından lahit bulundu.

- Çin'in kuzeyinde, Moğolistan özerk bölgesinde 3 basamaklı , en az 5000 yıllık bir piramit bulundu.

Piramit, uzaktan tepeyi andıran yapı , Aohan bölgesinde, Sijiazi kentine 1 kilometre mesafede bulunuyor. Kazı çalışmalarında bulunan arkeologlarlardan biri olan Guo Dasun'un söylediğine göre, bu pirtamit Hongshan Kültüründen kalan en eski ve sağlam olarak ayakta kalmış yapı durumunda. Piramit'in tepesinde 7 mezar ve bir mabet bulunuyor. Ayrıca arkeloglar, buldukları çanak-çömlek parçaları üzerinde ve iç duvarlarda Asterisk (yıldız) karakterleri buldular. Asterisk karakterinin çok eski uygarlıkların astroloji bilgisiyle bir bağlantı olarak kabul ediliyor.

Yedi mezarda yapılan zamanın kültürüne ait araştırmada, mezarlardan birinde kemikten yapılma bir flüt, taş bir yüzük ve bir diğer mezarda da tam boy yer tanrıçası heykeli çıkarıldı.
İlginç olan ise, Meksika, Güney Amerika, Mısır, Sümer (Irak) , Japonya, Çin ve daha bir kaç yerde daha piramit ismi verdiğimiz yapılara rastlanıyor olması. Ya tüm bu uygarlıklar birbirlerini gayet iyi tanıyor ve akrabalıkları vardı veya tüm bu piramit ve diğer ortak yapı tarzları bize ortak bir medeniyeti işaret ediyor.

Kaynak: www.eskimisir.com

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Yenilikler

Yeni konular eklenmiştir. (9 Tane)
.

Firavunun ölü vücudu videosuna 3 yeni dil eklenmiştir!

Rusça, Arapça ve Farsça dilleri eklenmiştir, daha çok kitle daha geniş sınırlar demektir.

Arama bölümü düzenlenmiştir!

Aramalar bundan böyle yanlızca site içi aramalarda kullanılmaya ayarlanmıştır. Google destekli arama motorumuzda yenilenmiştir.

Yazı kayması sorunu giderilmiştir!

Tasarım hatası olmasından dolayı sayfalarımız aşağı kayıyordu, hâliyle hoş durmuyordu. Sorunu gidermiş bulunmaktayız.

Dünya basınından konusu eklenmiştir!

Dünya basınında Eski Mısırla ilgili yazılan makale vb. yazıları takip edebilmeniz için.

Eski Mısır`da Adetler ve Ahiret İnancı

Eski Mısır'a yaşlı bir adam gençlerin bulunduğu bir yere gelince gençler oturdukları yerden kalkmak zorundaydılar. Erkekler sünnet oluyorlardı. Domuz eti yemek günahtı. Tapınağa girmeden önce el ve ayaklarla yüz belirli bir ritüele uygun olarak yıkanıyor, yani abdest alınıyordu. Cinsel ilişkiden sonra da mutlaka yıkanmak lüzumu vardı (gusül abdesti).
Hz. Yusuf'un Akheneton'dan önce Mısır'da yaşadığını biliyoruz. Demek ki Akheneton'un ortaya çıkmasını, Hz. Adem'den beri süregelen ve Hz. İbrahim'le devam eden ve son peygamber Hz. Muhammed'e (sav) kadar uzanan Allah'ın vahyettiği Hak Dine bağlamak uygun olacaktır.

Eski Mısır'da Ahiret İnancı

Ölümden sonraki hayat Mısır inançlarının en önemli bölümünü oluşturuyordu. Beden öldükten sonra ruhun yaşamaya devam ettiğine inanıyorlardı. Onlara göre ölünün ruhu görevli melekler tarafından Yargıç Tanrı ve şahitlik için hazır bulunan kırk iki yargıcın karşısına çıkarılıyor, ortaya bir tartı koyuluyor ve ruhun kalbi bu tartı ile tartılıyordu. İyilikleri ağır gelenler güzel bir mekana geçiyor ve mutluluk içinde yaşıyor, kötülükleri ağır gelenler ise büyük işkenceler görecekleri bir yere yollanıyorlardı. Burada "Ölülerin Yiyicisi" adı verilen garip bir yaratık tarafından sonsuza dek işkence görüyorlardı.

Mısırlıların ahiret hakkındaki bu inanışlarının tevhid inancıyla ve hak dinle bir paralellik gösterdiğini fark etmemek mümkün değildir. Sadece ölümden sonraki hayata inanç bile eski Mısır medeniyetine de hak dinin ve tebliğin ulaşmış olduğunu fakat bu dinin sonradan bozulmaya uğradığını, tek tanrı inancının da bu bozulmayla birlikte çok tanrı inancına döndüğünü ispatlar niteliktedir. Nitekim dönem dönem insanları Allah'ın birliğine ve O'na kul olmaya çağıran uyarıcıların eski Mısır'a da gönderildiği bilinmektedir. Bunlardan biri, hayatı Kuran'da detaylıca anlatılan Hz. Yusuf'tur. Hz. Yusuf'un tarihi, İsrailoğulları'nın Mısır'a gelmeleri ve burada yerleşik düzene geçmelerinin başlangıcını teşkil etmesi açısından da son derece önemlidir.

Eski Mısır`da Düşünce

İlk yıllarında ve pozitivist evresinde, modern düşüncenin sınıflandırmalarını büyük bir doğallıkla Eski Mısır'a uyarlayan mısırbilim, bu yaklaşımı nedeniyle bazı olguları grotesk bir biçimde yanlış değerlendirmiştir. Farklı bir yol izleyen ilk araştırmacılardan biri olan J. H. Breasted (1865-1935), mevcut metin ve tasvirlerden yola çıkarak Mısır Düşüncesinin sınıflarını oluşturmaya çalışmıştır; sık sık "mantık öncesi" diye tanımlanan bu farklı düşünme biçiminin ne olduğu sorusunun klasik yanıtını Eski Şark düşüncesini "mitler-oluşturan" (mythopoetic) düşünce diye tanımlayan H. Frankfort veriştir. Ama yalnızca mitosla ve onun özel yasalarıyla belirlenmeyen Mısır düşüncesinin mitostan bağımsız olarak ussal bir bakış açısına da sahip olabileceği gerçeği biraz arka plana atılmıştır. Mısır düşüncesi mitosu da kapsar, ama salt mitostan doğmaz. Mısır'ın özelliği yazısının resmi ve harfi, tanrı tasarımının tanrıları ve tanrıyı, tıbbının büyüyü ve bilimi, düşüncesinin mitosu ve aklı, biri diğerini dışlamadan kapsıyor olmasıdır. Bu tamamlayıcılığı, Mısır'ın uzun süredir aşina olduğumuz düşünce yasasından, "düalizm"den ("İki Ülke" öğretisi ve benzeri örnekler) biliyoruz. Mısır düalizmi iki-değerli mantık hesaplarından uzaktır, modern kuantum fiziği ne kadar "mantık öncesi"yse o da o kadar "mantık öncesi"dir. Çok-değerli bir mantığın paradigması olarak Mısır, felsefe ve felsefe tarihi konusunda şimdiye kadar kendisinden esirgenen yepyeni bir öneme kavuşabilir. Mısır düşncesi, en azından ontoloji ve etik alanlarında, dinsel inanç dünyasından bağımsız, felsefi ifadelere sahiptir. Diğer alanların felsefi açıdan daha iyi değerlendirilebilmesi için varolan materyalin araştırmaya daha çok açılması beklenmelidir.

Mısır ontolojisi ve etiğinin odak noktasında düzen kavramı Maat vardır. Maat şeylerin ideal düzenine işaret eder, ama bir tür "soyut töz" olarak da düşünülmüş, hatta kişileştirilmiştir - Mısır mantığının tamamlayıcı niyeliği burada da görülür. Yaratılış esnasında kurulmuş bir düzen olan Maat insan davranışı için bağlayıcıdır. Onun dışına çıkanlar, varoluşun dışında kalırlar. Mısır felsefesinin en önemli meselesi, varoluşun ortaya çıkışını, koşullarını ve varolmamaktan nasıl korunduğunu anlamaktır. Varoluşun özündeki farklılık, sınırlılık ve fanilik açıkça ortaya konmuştur, nitekim Mısır kültüründeki büyük başarıların nedenlerinden biri de hiç kuşkusuz ölçü ve sınır konusundaki şaşmaz sezgidir, bu da Mısır'ın varoluş anlayışından kaynaklanır. Mısır bilimini de buradan yola çıkarak değerlendirmek gerekir. Mısır bilimi sınırsız sayıda olgu olduğunun bilincindedir, ancak insanlar için uygulamaya dönük ya da kültsel alamı olan dar alanlarla kendini sınırlar. Dolayısıyla Mısır biliminin en büyük başarılarını tıp ve uygulamalı matematik alanlarında kazanmasına şaşmamak gerekir; Yeraltı Kitapları'nda ölüler dünyasının sistemli bir biçimde "araştırılması" da aynı bilimsel güdüden kaynaklanır, zaten Mısır insanı için en önemli şey, özellikle bu alanda "doğru" bilgiye ulaşmaktı. Tipik olgu ve durumların sınıflandırılıp sistemli bir biçimde düzenlenmesi sonucunda, "varolan her şeyi" içeren ve tüm kozmosu bir nesneler dünyasına dönüştüren listeler (onomastika) oluşturulmuştur. Mısır düşüncesinin soyutlama yetisinin en belirgin kanıtı, hiyeroglif yazının yanı sıra bu "dünya envanterleri" olmalıdır.

Erik Hornung - "Mısırbilime Giriş", Kabalcı Yayınları, s138-139

Eski Mısır`da Sünnet


Karnak’taki Mut tapınağının kuzey doğu çevre duvarı üzerine işlenmiş bir sünnet ritüelinin gerçekleşme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar, bu tapınağın; Mısır’da XXI. veya XXII. hanedanlık dönemine denk düştüğü görüşünde... Tarihlemek gerekirse, bu dönem; MÖ. 1075 / -715 gibi geniş bir aralığa oturtulabilir. Bununla birlikte, yazarın bu makalesi sırasında, ilgili tapınakların tarihlenmesi konusunda henüz detaylı bir çalışma yapılmamış olduğunu da öğreniyoruz.

Tapınakta, Ramses II (-1279/ -1213) ve Nektanebo (380 / -362) gibi isimlerin de kazılı olması ve farklı dönemlere ait öteki bazı bulgular, burada belki daha eski bir tarihteki yapıma ve değişik dönemlerde yenileme çalışmaları yapılmış olabileceğine de işaret ediyor.


***

Üzerinde sünnet ritüeli çiziminin yer aldığı bu duvar bölümünde, sadece sünnet sahnesi bulunmuyor. Önemli ölçüde kırık, eksik bölümlere karşın, buranın daha geniş anlamıyla, erkek çocuklarla ilgili bir ritüel alanı olduğuna işaret eden desen ve alt yazılar yer alıyor.

Bunlardan ilki doğumla ilgili…. Doğumu anlatan, fakat anlaşılması ve dolayısıyla yorumu güç olan desenlerin altında,

“Güneş’in (tanrı’nın) evinde, doğum evinde,

tanrılar ona hayat ve güç taşıyarak geliyorlar”

şeklinde, bebeğin doğumuna ilişkin olması gereken bir ifade yer alıyor.

Sünnet sahnesinin daha ilerisinde ise, ‘emzirme’, ‘süt verme’ ile ilgili bir sahne bulunuyor. Yazar buradaki sahneyle ilgili olarak, XVIII. Hanedanlık dönemine ilişkin olarak, kıraliçenin, tanrı Amon’dan doğurduğu çocuğunun tanrıçalar tarafından emzirilmesine ilişkin sahneye atıfta bulunuyor. Akado-summer kayıtlarında, ilgili tanrı veya kıralın , bir

"tanrıça tarafından emzirilmiş",

"onun kutsal sütüyle beslenmiş"

olma motiflerinin kullanıldığından bahsetmiştik.

Doğuran kadın tarafından değil, başka kadınlar tarafından emzirilme, yani “süt analık”, eski toplumda, doğan çocuğu, doğuran kadının bağlı olduğu aidiyetten çekip alma dönemindeki kurumlardan birisi olarak kullanılmış olmalıdır. Bu dönem, "anne" akrabalık kavramı, doğumla değil, emzirmeyle ilişkilendirilmeye başlanıldığı zamanlar olmalıdır.

Bay A.R. Balaman gibi uzmanlarımız, "sütanalığı" kurumunu, doğuran kadının "süt eksikliği" gibi nedenlere bağlayarak açıklarken, eski toplumsal tarih karşısında olağanüstü eksik durduklarını açıklamış olurlar. 'Sütanalığı' kurumu ve 'helal süt' üzerine deyimsel kalıntılar, bize, tarihin erken döneminden kalmadır ve bu çocuğun kurban edilmek yerine, doğuran kadının elinden alınarak emzirme, süt verme yoluyla, çocuğa yeni bir aidiyet kazandırma anlayışının geliştiği erken dönemin bir uygarlık adımını yansıtır. "Süt kardeşler" arası evlilik ilişkilerinin yasaklanmasındaki neden "süt" bağının “kan” bağı oluşturma ile eşit değerde bir akrabalık ilişkisi yarattığı kavrayışı üzerine kurulmuş olmalıydı.

Sünnet sahnemize gelince...

Sünnet işlemini yapan şahıs diz üstü çökmüş vaziyettedir.

Sünnet edilen çocuğun sol eli, bu çocuğun arkasında duran kadın tarafından, sol el ile tutulmaktadır.

Ritüelde sünnet olan iki erkek çocuk ayaktadırlar.

Çocukların gerisinde duran, iki kadın diz çökmüş vaziyettedirler.

Bu kadınlar çocukların “anne”leri olmalıdır.

Kadınların ardında (resimde sağda) iki adet tanrı ayakta duruyor ve sol ellerinde haç, sağ ellerinde ise asa’larını tutuyorlar.

Sünnet işlemini yapan erkeğin ardında ise, (resimde sol en başta), yazara göre, tanrıça Sesşa durmaktadır. Onun sadece bir ayağını ; ve eliyle tutuyor olması gereken ‘yaşam palmiyesi’nin önemli bölümünü görüyoruz.


***

Archiv Orientalni'de yer alan bilgiler tam 55 yıllık…

Bu arada, yukarıdaki bilgiler daha belirginleştirilmiş, daha iyi fotoğraflar alınmış, belki rekonstitüsyonlar hazırlanmış olabilir. Eğer böyle ise bile, bunlara şu anda sahip değilim.

Fakat yukarıdaki açıklamalar, bize, yine de, erkek çocuk sünneti ile ilgili olarak bazı bilgileri vermektedir.

Her şeyden önce, bir erkek çocuk sünnet sahnesi bakımından, buradaki bulguyu öne çıkarmak istedim. Çünkü Akado-sümer kayıtları içinde, bildiğim kadarıyla, günümüzdeki sünnet şekline uygunluk taşıyan, bir bulgu yer almıyor.

Buradaki sünnet sahnesinin, erkek çocuğun cinsel organının tamamen değil, şimdiki gibi, uç kısmının kesildiği bir sahne olduğundan yola çıkıyoruz.

Eğer, bu varsayım doğru ise, bunu, açık şekliyle, bir desen haliyle, ilk kez Mısır’da görmüş oluyoruz.

Eski Mısır`da Ordu

Yeni Krallık dönemi başlamasıyla beraber,akınlar yapma ve bir imparatorluğa sahip olma isteği ordunun yeniden düzenlenmesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Atlar ve at arabaları orduya katıldı. Gönüllü askerler toplanıp eğitildi ve ordu genişletildi.Ordu her biri 4000 piyade ve 1000 at arabalı askerden oluşan tümenlere ayrılmıştı.Her tümene bir tanrı adi verilmişti.Tümenlerde ayrıca her biri 200 piyadeden oluşan 20 bölüğe ayrılmıştı.

Bölüklerse,ayni kışlayı paylasan 10'ar kişilik birliklere ayrılmıştı.Her bir bölüğe 25 tane çift kişilik at arabası bağlıydı .At arabalı askerler gerek donanımları, gerekse sahip oldukları yetenek ve eğitimlerinden dolayı ordunun en seçkin topluluğuydular.Savaşta onlar hep on saflarda çarpışırlardı.

Eski ve Orta Krallık dönemlerinde Mısır ordusu kralın korumaları ve paralı askerlerden kurulu ufak bir güçten oluşuyordu .İnsanlar acil durumlarda orduya çağrılırlardı. Fakat çoğunun askeri eğitimi yoktu. Bu yüzden pek bir işe yaramazlardı.

Silahlar ve Eğitim:

Mısır askerleri savaş baltası,gürz,mızrak,kılıç,hançer, yay ve ok gibi bir çok silah türüyle savaşabilir durumda olmalıydı. Bununla beraber her birlik belli bir silahın kullanımında uzmanlaşmaya yönelebilirdi.Genç askerlere, uzun yürüyüşlerin de yapıldığı zorlu bir eğitim verilirdi.

İmparatorlugun Kurulusu:

Yeni Krallık orduları bir imparatorluk kurma amacıyla oluşturulmuştu. Dış seferleri coğunlukla firavun yönetirdi. Mısır İmparatorluğu'nun en parlak döneminde,Suriye'den Nil'in dördüncü çağlayanına kadar yayılmıştı. Mısırlılar, imparatorluğun yayıldığı geniş ticaret sınırları içinde ticaret yaparak ve sömürgelerinden topladıkları vergilerle zenginleşmişlerdi.

Eski Mısır`da Dil ve Yazı

Gizemli, bilinmeyenli çizgiler, resimler, taslaklar, işaretler, şifreler, insanlar, hayvanlar, masal yaratıkları,bitkiler, meyveler,araçlar,elbise parçaları,örgüler,silahlar,geo metrik şekiller,dalgalı çizgiler ve alevler.Bunlar Tahta üzerinde,taş üzerinde ve sayısız papirüsler üzerinde bulunurlar.Tapınak duvarlarında,mezar odalarında,anı levhalarında,tabutların, çekmecelerin üzerinde bulunurlar.Mısırlılar eski ulusların yazmayı en çok sevenlerindendir.

Hiyeroglif nasıl okunup yazılır?Mısır yazısı,coğu,nesnelerin resmi olduğundan rahatlıkla ayırt edilebilen 700'den fazla işaretten oluşmuştu. Yanda görüldüğü gibi,her bir işaret ,gerek özel bir nesneyi,gerekse belli bir sesi temsil ediyordu. Hiyeroglif yazısı soldan sağa ya da aşağıdan yukarıya yazılabilirdi.Hayvanların ya da insanların yüzleri sola dönükse soldan sağa,sağa dönükse sağdan sola okunurdu.

Ne ile yazarlardı:? Yazıcılar ,mürekkep ve fırça kullanarak papirus denen sazlardan yapılmış özel bir çeşit kağıda yazı yazarlardı. Ayrıca ostraka olarak bilinen kırık çömlek parçlarının üzerinede yazarlardı.

Yazıcılar: Mısır hiyeroglif yazısı son derece karmaşıktı.Yazıcı adı verilen kimseler,okumak ve yazmak için özel olarak eğitilmişlerdi.Bu becerileri onlara güç ve saygınlık kazandırıyordu. Yazıcılar tapınaklarda ya da devlet yönetiminde iyi işlere girebiliyorlardı. Çoğunluk vergi de ödemiyordu.

Firavun adları kartus adı verilen oval bir cercevenin icine yazılırdı.Yanda Firavun Meyre'nin bir kartusu'nun resmi bulunmaktadir.

Stenografi: Daha sonraları Mısırlılar,hiyeroglif yazısının daha kolay bir uyarlaması olan 2 türlü steno yazı geliştirmişlerdir.Hiyeroglif yazısı ise, tapınaklardaki ve kamusal yapılardaki kayıtlarda kalmıştı. Mısırlılar,bir yazı biçimi bulan en eski uluslardan biridir. Onların "Alfabeleri" bizim bugün kullandığımız gibi harflerden değil,resim ve işaretlerden oluşmuştu. Biz Mısır yazısına "Kutsal yazı" anlamına gelen hiyoroglif adı veririz.Bu isim Mısırlıların,yazı yazma yetilerinin onlara ilim Tanrısı Tot tarafından verildiğine inanıyor olmalarından kaynaklanıyor. Firavun adları kartuş adı verilen oval bir çerçevenin içine yazılırdı.

Eski Mısır`da Matematik

Rhind Papirüsü

Mısır'da rakamlar çok eski zamanlardan itibaren kullanılıyordu. MÖ 2000 yılına ait birtakım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele geçmiştir. Bu dokümanlar, Kahun, Berlin ve Rhind papirüsleri diye bilinmektedir. Bu belgelerde, ölçülerin ne gibi esaslara göre yapılacağı örneklerle belirtilmiştir. Mısırlılar, Pisagor Teoremi'ni, ölçüleri 3-4-5 olan bir üçgenin dik üçgen olduğunu biliyor ve bundan inşa ölçümlerinde faydalanıyorlardı.42

Ayrıca Mısırlılar, yıldızlarla gezegenler arasındaki ayrımı da biliyorlardı. Astronomi ile ilgili çalışmalarına görülmesi çok zor olan yıldızları da eklemişlerdi.

Diğer taraftan Mısırlıların hayatı, Nil'in yükselme ve alçalmasına bağlı olduğundan, bu durumu daima ölçmeleri ve kontrol etmeleri gerekliydi. Hükümdar, Nil'in yükselme ve alçalmasını kaydettirmek için, bir "Nilometre" yaptırmış ve bu işle uğraşmak üzere memurlar tayin etmişti.