Eski Mısır'da Kadın, Aile ve Evlilik

Eski Mısırlıların akrabalık ve evlilik bağlarıyla, günümüz dünyası arasında derin farkla içermektedir. Eski Mısırlılar evliliği kutsal bir bağ olarak bilirlerdi. Çoğu heykel ve yazıtlarda, erkek kadın ilişkileri resmedilmiştir. Çoğu mitlerde de Eski Mısır evlilikleri ile ilgili anlatılanlar yanlıştır.

Eski Mısır'da Kedi

Kedi ailesinin tarihine baktığımızda 20 milyon yıllık uzun bir ömürleri olduğunu görüyoruz. İlk kedilerin oligacene döneminde Afrika'da ortaya çıktığı sanılıyor. Keskin dişli kaplan (Halaphoneus) ve günümüzün modern kedisi (Dimictisti) olmak üzere iki tür... Evcil kedilerin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor ancak en eski kayıtlar, evcil kedilerin 5 bin yıldır var olduklarını ve Mısır'dan geldiğini gösteriyor.

Hiyeroglif Yazısı

Eski Mısır medeniyeti, Mezopotamya'da aynı tarihlerde kurulmuş şehir devletleriyle birlikte, tarihin en eski uygarlıklarından biri ve döneminin en ileri sosyal düzenine sahip organize devleti olarak bilinir.

Eski Mısır'da Büyü ve Büyücülük

Eski Mısır'da son derece doğal olarak bilinen bir olguydu büyüler. Ancak yine de herkes buyu yapamazdi. Bu konuda özel yetenekleri olan Tanrılarla iletisim kurabilen kişiler büyü yapabiliyordu. Büyülerin kimi kötü yani kara büyü niteligindeydi kimisi koruma büyüsü kimisi ise buyu bozmaya yarayan büyülerdi.

Piramitler Nasıl İnşa Edildi?

Dünyanın her yerinde ilkokul çağındaki çocuklara, piramitlerin binlerce kölenin on yıllar boyu süren çalışması ile yapıldığı öğretilir. Hatta şimdi dışarıya çıkıp gördüğünüz ilk yüz kişiye piramitlerin nasıl inşa edildiğini sorsanız, çoğunun vereceği cevap bundan çok da farklı olmaz.

18 Ocak 2011 Salı

Eski Mısır'da Evler

Birçok bölüm için eski Mısır evleri taşınılabilir ve sıklıkla bulunabilen malzemeler kullanılarak inşa edilmişti. Bu da zenginler arasında bile eski Mısır ev tasarımlarının biraz değişiklik gösterdiği anlamına geliyordu. Aşağıdaki resim eski Mısır evlerinin nasıl göründüğünü hayal etmenizi kolaylaştıracaktır.

Eski Mısır’da ağaç son derece kıttı, neredeyse yoktu. Eski Mısır’ın sıklıkla üretebilmeye yetkin olduğu iki yapı malzemesi, birkaç yontma taşın yanı sıra toprak ve papirüs kamışıydı. Bu yüzden birçok bölüm için, eski Mısır evlerinin büyük çoğunluğu çamur tuğlalardan inşa edildi. Mısır’daki eski çamur evler ilk olarak sama ve çamurun karışımından yapılırdı. Karışım ondan sonra eski Mısır’ın kavurucu güneşinin altında pişirilmeye ve kurutulmaya terk edilmiş tuğlalar haline getirilirdi. Çamurun sık bulunmasının yanı sıra, pek de dayanıklı değillerdi. Çok kısa bir süre içinde, genellikle birkaç yıl, çamur tuğlalardan yapılmış eski bir Mısır evi bozulmaya ve parçalanmaya başlardı. Eski Mısır çamur evleri genellikle Mısır’da aşağı bir tabaka olan ve gücü bundan başka çok azına yetecek olan sıradanlar tarafından yapılır ve içinde yaşanırdı.

Taş Evlerin Kalıntıları

Mısır’da güçlü soylular tarafından yaptırılan eski evler sıradanlar tarafından yapılandan çok daha farklıydılar. Bu evleri inşa ettirebilenler kendi eski Mısır evlerini taş ocağından alınmış taşlardan yaptırdılar. Taştan yapılmış eski Mısır evleri daha dayanıklı ve katı yapılırdı. Güçlülerin gücü evlerini fakir ailelere nazaran çok daha lüks eşyalarla doldurmaya yeterdi. Mısır’da zengin aileler tarafından yaptırılmış eski evlerin yerlerinin mermerle döşenmiş ve duvarlarının güzelce boyanmış olması muhtemeldi.

Sıradanlar ve üst tabaka tarafından inşa edilmiş eski Mısır evleri birçok açıdan farklılık göstermiş olsa da, birçok açıdan da, eski Mısır ikliminin yakıcı sıcaklığını mümkün olduğunca rahat bir şekilde atlatmak için benzerdiler. Neredeyse tüm Mısır evleri düz bir çatıyla birlikte inşa edilmişti. Bu sadece büyük ihtimalle inşa sürecini daha kolaylaştırmakla kalmadı, ayrıca düz çatılar kavurucu Mısır güneşinden biraz soluk alma alanı bıraktı. Aileler genelde eski Mısır evlerinin çatısında oturur, yer ve uyurdu.

Tipik eski Mısır evlerinin ve yuvalarının bir diğer benzerliği ise, bir ocağın varlığıydı. Zengin eski Mısır evlerinde bile, yemek hazırlamak için bir ocağa ihtiyaç vardı. Mısır ulusunun kurak ikliminden dolayı, çok yaygın olsa da, bir eski Mısır evinin ocağına ısıtmak için ihtiyaç duyulması düşük bir ihtimal.

Ağaç azlığından dolayı ev eşyalarının bolluğu eski Mısır evlerinin çoğunda yaygın değildi. Daha zengin Mısır evlerinde bile en yaygın eşyalar şunlardı; ayaklı tabure ve kasa.



Kaynak: http://www.ancient-egypt-online.com/ancient-egypt-houses.html
Türkçe Çeviri: Burak Şenel

30 Ekim 2010 Cumartesi

Eski Mısır'da Aile, Kadın ve Evlilik

Eski Mısırlıların akrabalık ve evlilik bağlarıyla, günümüz dünyası arasında derin farkla içermektedir. Eski Mısırlılar evliliği kutsal bir bağ olarak bilirlerdi. Çoğu heykel ve yazıtlarda, erkek kadın ilişkileri resmedilmiştir. Çoğu mitlerde de Eski Mısır evlilikleri ile ilgili anlatılanlar yanlıştır. Uzun zaman önce, Mısırlı bir erkek birden fazla kadınla evlendiğini biliyordu. Bu kanıtlanmış bir yalandır. Bazı kralların çok hanımı vardı ki bunun sebebi tahta mirasçı bir erkek çocuk yapmak içindi. Ancak genelde erkeklerin bir hanımı vardı. Bunlardan da çoğunun çocuğu yoktu ya da olmuyordu. Ama tarihi kaynaklara bakıldığında evlat edinmeler ilişkin belgelerde bulunmuştur.

Alimler hiyeroglifleri deşifre ettiklerinde, kadın ve erkeklere ait çoğu referanslarda bunların erkek kardeş yada kız kardeş oldukları görülür. Fakat Erkek Kardeş yada Kız Kardeş kelimesi, yanlış anlaşılmıştır. Buradaki kız ya da erkek kardeş ırsi bir akrabalıktan gelmemektedir.

Eski Mısır’daki çekirdek aile kavramı çok basitti. Baba bütün gün çalışan biriydi. Anne evdeki her şeyden sorumluydu. Yemek yapma, temizlik ve çocukların bütün sorumluluklarından anne sorumluydu. Bazı büyük evlerde de haricen hizmetçiler yada üvey anneler bulunurdu. Eski Mısır ataerkil bir yapıdaydı ve evde erkeğin sözü geçerdi.

Eski Mısır’da ebe ve jinekolog gibi kavramlar olduğu bilinmiyor. Fakat bunların Eski Mısır’da kullanılmadığı, olmadığı anlamına da gelmiyor. Ebelik aslında vardır. Köylü için ebe; çocuğu dünyaya getiren bir arkadaş, bir komşu, ya da bir aile üyesidir. Asilzadeler ve zengin kesim için ise ebe; genellikle kadın hizmetçi ya da hemşiredir. Zaten aynı evde yaşarlar. Ebeliğin bu zamanda mesleki olarak resmi bir eğitimi yoktu. Bu mesleği arkadaştan arkadaşa ya da aile üyesinden diğer aile üyesine geçme şeklinde küçüklükten öğrenirler. Ebelik yaşamları boyunca kadınlara, duygusal destek, cesaretlendirme, tıbbi bakım, dini yardım ve koruma gibi olayları içermektedir. Ebelerin toplandığı ortak noktalar; hamilelik, doğum sancısı, doğurganlık ve doğum kontrolü gibi durumlardır.

Eski Mısır’da kadın çok doğum sancısı çeker, evin çatısında ya da lohusalık çadırında bebeklerini doğururdu. Buralar asmalarla kaplı olduğundan gözükmemesi için, papirüs yapraklarıyla kamufle edilirdi. Ptolemik zamanda, asil sınıftan olan kadın, tapınağa bağlı olan doğumevlerinde doğum yapardı. Değişik pozisyonlarda doğum yaparlardı; ayakta, diz çökerek, çömelerek ve oturarak. Bu oturmada özel doğum tuğlaları ya da doğum sandalyesi adını verdikleri sandalyeye otururlardı. Ebe, annenin karşısındaki yerini alır ve çocuğun doğumunu gerçekleştirirdi. Diğer iki kadın ya da ebe, annenin her iki tarafına geçer, ellerinden ve kollarından tutar, onlara dayanır ve anneye cesaret verirlerdi. Bazı zamanlar ebe, doğum sandalyesinin altına sıcak su koyar ve bu sudan çıkan buhar doğumun kolaylaşmasını sağlardı. Doğum tuğlalarını Eski Mısır kadını kullanırdı. 14-7 uzunluğunda ve doğum için renkli sahnelerle ve figürlerle dekore edilmiştir. Doğum sandalyeleri, ortada bir çukurda ve tuğladan yapılırdı. Bunlar sahibinin hiyeroglif kitabeleriyle ve anne, bebek, tanrıça sahneleriyle boyalı şekilde dekore edilmiştir.

Doğumdan öncesi ya da sonrası bazı durumlarda anne ve çocuk için tehlikeli bir durum arz edebilir. Eski Mısırlı ebeler bu durumda koruyucu tanrı ve tanrıçaları yardım etmeleri için kullanırlardı. Tanrı ve tanrıçalardan, Mısırlı ebeler ve kadınlar hamilelik zamanında yardım alırlardı. Hathor, Bes, Taweret, Meskhenet, Khnum, Thot ve Amun’un yardımıyla doğardı. Hathor koruyucu tanrıçaydı ve kadını doğum yaparken izlerdi. Sığır şeklinde resmedilmiştir. Bes, küçük tanrıçadır. Annenin ve çocuğun etrafındaki şeytani şeyleri öldürürdü. Taweret, hamile hipopotam tanrıçadır. Kadının hamileliği, doğumu ve çocuğun beslenmesi konusundaki şef tanrıçadır. İsis’in kullandığı gibi sihirli bir bıçak taşırdı. Meskhenet, insan başlı, doğum tuğlası şeklinde çizilmiştir. Hamile anneye destek ve güç verirdi. Khnum, yaratıcı tanrıdır. Doğumdan sonra bebeklere sağlık vermektedir. Tanrı Thoth, doğum boyunca yardım ederdi ve Tanrı Amun aşırı doğum sancılarına, kuzeyden serin rüzgarlar üfürerek yardımcı olurdu. Bu tanrı ve tanrıçaların heykel ve resimleri, odaya baştanbaşa yerleştirilmiş ve duvarları boyanmıştır. Diğer ebeler, doğum esnasında kutsal olarak yardım ederlerdi. Fildişinden ve hilal şeklinde bir asa ile yardım ederlerdi. Bu asa, tanrılar, yılanlar, aslanlar ve timsah resimleriyle dekore edilmiş ve doğuran kadının midesi üzerinde durur.

Ebers, Kahun, Berlin ve Carlsberg papirüslerinde eski Mısırlı kadınların ve ebelerin kullandığı ve uyguladığı; doğum, gebelik, gebelikten korunma gibi konular hakkında çok fazla yazı ve metotlar vardır.

Doğum Kontrolü (Hapı) için: Silphium bitkisi, bal ve natron kullanılırdı. Vajinaya akasya yaprağı konurdu. Akasya, keçiboynuzu, ve dates bitkisi, balla birlikte karıştırılıp vajinaya yerleştirilirdi. Doğurganlığı Güçlendirme:

Bir kadın günlük olarak; yağ, dates, birayı sıcak suda karıştırır ve buharın içine girmesine izin verirdi.

Hamilelik Testleri: Kırmızı buğday ve arpa tohumları, kadının idrarıyla ıslatılır. Bunlar pantalona konulup kuma götürülür. Eğer onların hepsi büyürse, çocuk olacaktır yani gebedir. Eğer sadece arpa büyürse erkek, kırmızı buğday büyürse kız, ikisi de büyümezse gebelik yok demekti. Memelerindeki kan damarları kontrol edilirdi. Memelere, kollara ve omuzlara yağ sürülürdü. Sabahın erken saatlerinde kan damarlarına bakılır. Canlı ve iyi görünüyorsa, çocuk olacaktır. Eğer damarlar yeşil ve koyu duruyorsa çocuk yok demektir.

Rahim Kasılmaları: Bal, keçiboynuzu ve süt karıştırılır ve vajinaya yerleştirilir.

Doğuma ait Büyüler: Plasenta düştü ! Ben Horus, doğması için yalvarıyorum. Eğer o en iyi duruma geldiyse, gelsin artık… Bak Hathor, sağlık tılsımıyla onun elinde duruyor. Ben Horus, onu koruyorum. Bes-büyüsünü dörtten fazla tekrar et, doğum yapan kadının kaşları üzerine koy.

Eski Mısır’da Kadın

Eski Mısır’da kadın, 12 yaş civarına geldiğinde evlenmek için beklerdi. Mısır kültürü Baba Soyu ve Koca (Eş) Soyu olarak ayrılırdı. Evlilik dünyevi bir aktiviteydi ve özel kurallarla düzenlenmişti. Evlilik sözleşmesi yerine erkek ve kadın ölüm ve boşanma olaylarında, evlilik zamanında mal mülk kontratı yapılırdı.

Evde, kadın günlük olaylardan ve durumların hepsinden sorumludur. kadın gerek olduğunda, erkek gibi kanunlar çerçevesinde yasal kararlar koyar, savaş ve sezonluk projeler için evden gidebilir. Evde de bir iş bölümü olurdu. Erkek sıcak güneşte fiziken çalışır, kadın gölgede veya içeride çalışırdı. Kadın evin bahçesine ve meyve ağaçlarına da bakardı. Kı9zlar için okul resmi değildi, anneleri kızlara evde eğitim verirdi. Kadınlar profesyonel okullara giderdi. Heliopolis’teki sağlık okulu ve Sais’te kadın okuluna gidenler doktor olabiliyordu.

Mısır’da kadın boş zamanlarında ev dışında da çalışırdı. Çoğu kadın tapınaklarda ve festivallerde müzisyen ve dansçılık yapardı. Zenginlerin evlerinde hizmetçilik ya da dadılık yaparlardı. Bazen de cenaze törenlerinde profesyonel matem tutan kişi olurlardı. Kadınlar zaman ve kaynaklarına göre ev dışında da parfüm ya da keten satışı yaparlardı. Bu aktiviteler evin gelirini çoğaltırdı. Kadınlar için profesyonel kategorideki işler; ebelik, dans direktörlüğü, şarkı ya da tiyatro topluluğu ve denetmenlikti. Kadın doktor olabilirdi ve genelde de kadınlar jinekolog olurlardı. Onların uzmanlıkları, sezaryen doğum ve kanserli göğüsleri ameliyat etmekti.

Yasal olarak kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Kadın boş zamanında alım satım işleri yapabilir, davalara bakabilir, girişlerini yapabilirdi. Kadın durumuna göre zamanla kariyer sahibi olabilirdi. Kadın kocası öldüğünde mirasın üçte birine sahipti. Kalanı da çocukları ve ölen adamın kardeşleri tarafından alınırdı.

Kadın hukuk önünde de eşitti. Bir kadın yüz kızartıcı bir suç işlemiş ve suçu resmen kanıtlanmışsa avluda idam edilirdi. Fakat kadın hamile ise idam yapılmazdı. Çocuk doğana kadar idamı bekletilirdi. Sonra idam edilirdi.

Eski Mısır'da Şifalı Bitkiler

Mısır’da  tıp ilmini ortaya çıkaranlar gene rahiplerdir. Çünkü ilahlardan çare uman hastalar, mabetlerde rahiplerin tedavisine muhtaç olmuşlardır. Bunu meslek edinenler de olmuş ve bunlar sarayda önemli yer işgal etmişlerdir. Mısırlılar çok mükemmel doktorlar yetiştirmişlerdir. Doktorlar devlet memuru olduklarından hastaları ücretsiz muayene ederlerdi.

Doktor yetişmesi için okullar olduğu bilinmektedir. Sais ve Heliyopolis’te bulunan bu türden okullar bulunmuştur. Sais okulunun direktörüne ait belgeye 4. sülale zamanından itibaren rastlanır ve bu kişi “Doktorların En Büyüğü” unvanını taşımaktadır. Heliyopolis’teki Osiris okuluna bağlı olan bir sanatoryum direktörüne ise “Büyük Peygamber” denilmektedir. Bu meşhur doktorların mezarları arasında “Hwy” adlı doktorun unvanı “En Büyük Peygamberlerden” olarak kaydedilmiştir. Ebers Papirüsü’nde ise, aynı doktorun göz hastalıkları için bir ilacın mucidi olduğu yazılmıştır.

Tıp ilmini 3 temel üzerinde incelemek mümkündür:

İnsan vücudu ve fonksiyonları üzerinde bilinenler.
Hastalıkların çeşitleri ve tedavileri.
Hastalıklardan korunma çareleri.
Bu temelleri inceleyebilmek için elde 5 tıp belgesi vardır ve hepsi de MÖ 2000. yıla aittir.

Ayrıca MÖ 28. yy ’da  bir ölüm olayı dolayısıyla bulunan bir metinde doktorluğa ait yazılar bulunduğu gibi,bir başhekimin varlığı da haber verilmektedir. Olay şöyledir:

“Kral Neferkere, Thebes yapılmakta olan inşaatı gezmeye gitmiş, bu esnada baş mimar Veshptah birdenbire cansız olarak yere düşmüştür. Hükümdar derhal kütüphaneden tıbbi yazıları ve aynı zamanda başhekimleri getirtmiştir. Onlar baş mimarın ölmüş olduğunu bildirmişlerdir.”

Bundan anlaşıldığına göre MÖ 3000 başlarında tıbbi metinler kütüphanelerde saklanmaktadır. Bunlardan hiçbiri günümüze kadar gelmemiştir.

1- İnsan vücudu ve fonksiyonları üzerinde bilinenler:

Mumyacılığın ilerlemiş olduğu bu devirde insan vücudu hakkındaki bilgiler konusunda pek ileri gidilmediği anlaşılıyor.

Çünkü mumyacılıkla uğraşanlar, doktorluktan ayrı olan bir sınıf oluşturuyorlardı. Kadavra ile doğrudan doğruya temas halinde olan bu insanların oluşturduğu sınıf aşağı sayılıyordu. Onun için insan vücudu içinde olan organlarla doktorlar pek az ilgilenmişlerdir. Diğer taraftan insan cesedi üzerinde incelemeler yapmak, din bakımından men edilmişti. Bu yüzden doktorlar anatomiden ziyade, yaşayan insanları baz almışlardır. Kalp ve bağırsakları zekanın merkezleri farz ederlerdi. Buna mukabil iskeletteki kemiklerin başlıcalarını, hemen hemen aslına uygun tarzda tasvir etmişlerdir.

Ebers papirüsüne göre doktor, hangi organını tutarsa orada kalbin hareketini ve varlığını hissederdi. Kan damarları temiz hava ile şişerek düzenli çalıştığı kabul edilirdi. Bununla birlikte kirli hava, bu damarları katılaştırır, tıkar ve ısıtırdı. İşte böyle anlarda doktor ilaçlarla bu durumu yatıştırır, onlara canlılık ve elastikiyet verirdi.

Ölüm anında ise, bu hayat verici ruh, canla beraber çekilir, kan hava almaktan mahrum olunca pıhtılaşır ve damarlar böylece boşalarak nefesten kesilen canlı mahluk yok olurdu.

2- Hastalıkların çeşitleri; Yaralar ve Tedavileri

Eski Mısır halkının hastalıklarıyla, şimdi Mısır’da yaşayan insanların hastalıklarıyla hemen hemen benzemektedir.
Papirüslerdeki yazılara ve mumyaların incelenmesinden çıkan neticelere göre; göz hastalıkları, kemik veremi, çocuk felci, anemi, çiçek, romatizma, apandisit, mide, karın ve mesane hastalıkları, bacaklarda varis, ülser ve çıbanlar, Nil çıbanı ve sara nöbetleri, diş çürümeleri ve daha bir çok hastalıklara Eski Mısırlılar maruz kalıyorlardı.

Diş hastalıkları, en eski mumyalar üzerinde tespit edilmektedir. Ancak daha sonraki devirlere ait olanlarında tedavinin daha çok tatbik edildiği görülmektedir. Bu da tıbbın ilerlediğini gösterir.

Bütün bu saydığımız hastalıklar ve yaralar, tıbbi metinler olan papirüslerde yazılmıştır. Mesela Smith Papirüsü’nde bir hastalık için şöyle bir metot kullanılmaktadır:

İlkönce, teşhise göre hastalığın genel adı ve bu hastalık için yapılacak işler. İkinci olarak, tıbbi inceleme. Burada daima aynı formülle başlanmaktadır.”Eğer şöyle bir hastalığı olan adamı tetkik edersen....” bu kısımda hastalığın gösterdiği bütün arızalar sıralanmaktadır. Üçüncüde, teşhis hastalığın adı “Bir hasta ki şu çeşit hastalıktan rahatsızdır”. Dördüncü  olarak, Pronostik. Burada doktor tarafından üç formül kullanılmaktadır: “Tedavi edebileceğim hastalık. Mücadele edebileceğim hastalık. İyi edilemeyecek hastalık”. Beşinci olarak, tedavi meselesine gelmekte ve bir takım açıklamalar ve tavsiyeler sıralanmaktadır.

Bu gibi durumlardan dolayı Mısır doktorları pek çok ilaçlar veriyorlardı. Ebers Papirüsü, bir çok hastalık durumu için 700 ilaç tavsiye etmektedir. 11. sülaleden bir kraliçenin mezarında bir ilaç kutusu içinde küçük ilaç kaşıkları, kurumuş ilaçlar ve çeşitli bitki kökleri bulunmuştur. Ramses’in Hattuşil’e yazdığı mektupta, bir doktorla beraber şifalı otlar gönderdiğini bildirmektedir.

İlaç yapılan maddeler şunlardır:

Her türlü bitkiler ve ağaçlar. Bunlar en basit otlardan en büyük ağaçlara kadar sayılabilmektedir.
Madeni cinsten olanlar, deniz tuzundan her türlü maden ve taşlar. Mesela metinlerde Memfis taşının bazı özellikleri olduğu yazılmış ve vücutta hasta bir kısma konulduğu zaman ağrı hissettirmeden cerrahi bir ameliyatın kolaylıkla yapıldığı kaydedilmiştir.
Hayvanların bazı organları, çiğ et halinde veya taze kurutulmuş kanları da ilaç olarak kullanılmıştır. Mesela kertenkele kanı, domuzun dişleri ve kulakları, kaplumbağa beyni, loğusa kadının sütü en ilginç olanlarıdır.

3-Hastalıklardan Korunma Çareleri

Mısırlılar çeşitli tedbirler almışlardır.  Mesela kanalizasyon yapmışlardır, böylece halkı bir çok hastalıktan korumuşlardır. Halkın sık sık yıkanmalarını temin edecek surette tedbirler alınmıştır. Dini inanışlara göre Mısırlıların oturdukları yerin, yedikleri şeyin temiz olması şarttı. Temizliğe çok önem verenlerden biri de rahiplerdi.  Saçlarını her üç günde bir kesen rahipler, iki defa gündüz ve iki defa da gece yıkanmaya mecbur tutulmuşlardır. Beyaz elbise giyen bu insanlar, temiz olmadığı sayılan domuz eti ve fasulyeyi yememeleri gerekiyordu. Suyu ise ya kaynatılmış ya da filtre edilmiş olarak içerlerdi.

Bazı yazarların (W.Durant 1937 s.236-237) verdiği bilgilere göre, sağlıklarını korumak için devamlı vücutlarını yıkarlar, oruç tutarlar veya her gün bazen de her 3-4 günde bir midelerini ve bağırsaklarını boşaltırlardı. Çünkü vücuda yaramayan fazla gıdaların hastalığa yol açacaklarına inanıyorlardı. Herodot’a göre Mısırlılar Lidyalılardan sonra  en iyi sağlık kurallarına uyan insanlardır.

Tıbbi papirüslerde kadın hastalıları ve doğumu ilgilendiren metinler de bulunmuştur. Fakat çoğu sihir formülleriyle doludur.

Mısır mitolojisinde sağlığı koruyan ilahlar da vardır. “Tot” bunların başında gelir. İlahe “Seshet”: Kadın Hastalıklarını, “Seth”: Beyin Hastalıklarınının koruyucusudur. Bunların başında “Imhotep” tıp ilminin başlıca  temsilcisi sayılmaktadır.

24 Ekim 2010 Pazar

Piramitler nasıl inşa edildi?

Dünyanın her yerinde ilkokul çağındaki çocuklara, piramitlerin binlerce kölenin on yıllar boyu süren çalışması ile yapıldığı öğretilir. Hatta şimdi dışarıya çıkıp gördüğünüz ilk yüz kişiye piramitlerin nasıl inşa edildiğini sorsanız, çoğunun vereceği cevap bundan çok da farklı olmaz. Kolay bir açıklamadır ve “5 işçi 10 metre duvarı 3 günde inşa ederse…” tarzı matematik sorularına alışkın olan gençliğimiz için -Orta yaşlardakiler de alışkındır- çok da gerçekçidir. Neticede binlerce kişiyi yeterince korkutarak onlara Japon istiklal marşını tersten okutturabilirsiniz, neden aynı yöntemle 5 milyon kaya bloğu bir plana göre yerleştirilemesin?

 Elbette kimse böyle bir projenin kolaylıkla yapıldığını iddia etmiyor. Ama bazı şeylerin sır olarak kalmasındansa, mantıklı yada mantıksız bir açıklama getirip üzerini örtmek herkesin daha çok işine geliyor. Peki bir soru soralım: Eğer bu tez yeterince mantıklıysa, neden araştırmacıların en gözde konularından biri hâlâ ve hâlâ piramitler?

 Çünkü kölelerin taşları kilometrelerce ötede söküp piramitlere kadar getirmesi için, iki şeye şiddetle ihtiyaç duyulacaktır ki, bunları gerektikleri kadar (Yazının ilerleyen yerlerinde göreceğiz) bulmak o zamanın şartlarında neredeyse imkansızdır:
 Çok fazla zaman
 Çok fazla köle

 Büyük Keops piramiti, yaklaşık 2.5 milyon kaya bloğundan oluşmuştur. Bu kaya bloklarının çoğu yaklaşık 2 ton ağırlığındadır ve taşınması için en az 60 kişi gerekmektedir.

 60 kişiyi duyunca dudağınız uçuklamasın, dahası geliyor. Bu kayaların bazıları 70 ton ağırlığındadır. Üstelik piramidin zemininde değil, yaklaşık 40 metre yüksekte bulunmuştur. Eski Mısırlılar o dönemde henüz vinci üretemediklerinden, böyle bir kaya bloğunu insan gücüyle taşımak zorundadırlar ve 70 tonluk bir bloğu taşımak için -sıkı durun- 2000 kişiden fazlası gerekir.

 Firavun kelimesi, bildiğiniz gibi Kıptî (Eski Mısır uygarlığı) hükümdarlarına verilen genel bir isim; Sultan gibi… Firavun Keops’un 20 yıllık hükümdarlığı süresince bu piramidin bitirildiğini düşünecek olursak, tahta çıktığı günden itibaren her gün yaklaşık 400 bloğun yerine yerleştirilmesi gerektiğini anlarız.

 Hadi bunların hepsini geçtik diyelim. Yeterli işçiyi ve zamanı bir şekilde buldunuz. Her şey hazır. Peki sizce ellerindeki basit aletlerle, Mısırlılar piramitleri oluşturan kayaları nasıl kestiler? Piramitlere en yakın taş kaynağı, kilometrelerce ötedeydi.

 Hatırlarsanız yakın zamanda, kar kuyularından buz kütleleri çıkarıp şehre getiren işçilerle ilgili bir haber medyada yer almıştı. İşçilerin bir tek sıkıntısı vardı: Buzu yanlış kesenler, işe yaramaz küçük parçalar oluşmasına sebep oluyorlardı.

 Piramitlerin yapımında kullanıldığı iddia edilen kireçtaşı da, verdiğimiz örnekteki gibi, kesilirken çok çabuk parçalanır. 5 milyon ton kireçtaşı bloğunun kesildiğine inanıldığına göre, geride tonlarca işe yaramaz parça ve yığınla kırık kaya bloğu kalması gerekirdi.

 Fakat şu ana kadar bunu gösterebilecek herhangi bir delile rastlanmadı.

 Mısırlıların basit aletler kullandığını söylemiştik. Peki sizce sert metallerden yoksun bir medeniyet, nasıl olur da 10 farklı boyutta taşı, boyutlarında en ufak bir oynama olmadan kesmeyi başarır? Taşların tam istenilen boyutta kesilmesi çok önemlidir, çünkü küçük bir kesim hatası bile dikey bağlantılarda geri dönülemeyecek hatalara sebep olabilir.

 Acaba bitişik bloklar arasındaki bağlantılar nasıl bu kadar doğru bir şekilde ayarlanabildi? Dikkat buyurun, milyonlarca bloğun arasındaki yatay ve dikey bağlantılarda 2 mm’den fazla sapma yok! Bu kadar blok nasıl oldu da motorlu aletlerin veya elmas kesicilerin yardımı olmadan istenilen seviyeye getirilebildi?

 Peki taşların kesilmesinden taşınmasına, akıllarda pek çok soru işareti bırakan “Vur sırtına taşıyıver!” teorisinden siz de şüphelenmeye başlamadınız mı? Piramitlerle ilgili akıllara takılan bütün sorular, ortaya atılan bir teoriyle cevaplandı. Bu teori, daha önce ortaya atılan fikirlerden oldukça farklıydı. Ne milyonlarca işçiden, ne tahta tahteravallilerden, ne de uzaylılardan bahsediyordu.

 Bu teori farklıydı, çünkü kayaların yerinde oluşturulduğunu söylüyordu!

Diğer eski Mısırlılar nasıl gömüldü?

Eski Mısırlılar doğru bir şekilde gömülmenin çok önemli olduğuna inanırlardı. Doğru bir şekilde gömülmek onların "yaşamsonrası"nda tekrar dirilmelerine izin verirdi. Bu yüzden, parası yeten çoğu kişi, iyi şekilde gömüldüklerinden emin olmak için zamanlarının ve enerjilerinin çoğunu harcarlardı.

Çoğu sıradan eski Mısırlı muhtemelen çöle gömüldü. Akrabaları vücutlarını basit bir elbiseye sarıp, onları hergün kullanılan nesneler ve yiyeceklerle gömdüler.

Daha güçlü olanlar, daha iyi bir gömülme şeklini karşılayabilirlerdi. Bazı sanatkarların ve işçilerin mezarları içinde mumyalaştırılmış bir vücudun yanında ekmek, meyve, muska ve "yaşamsonrası" için ev eşyaları bulundu.

Soylular ve çok çok zengin insanlar genelde "mastaba" diye adlandırdığımız, mezarlara gömülürdü. Bu tip mezarlar bir yer altı bölmesine ve yer üstünde bir tapınağa sahipdi. Bu mezarlar kişinin mumyalaştırılmış vücudunu, yanında da yiyecek, mücevher ve özel eşyalarını barındırırdı.



Kaynak: http://www.ancientegypt.co.uk/pyramids/about/otheregy.html
Türkçe Çeviri: Burak Şenel

"Piramit" ne denemektir?

"Piramit" kelimesi aslında Yunanca'da "buğday keki" anlamına gelen "pyramis" kelimesinden gelmektedir. "Pyramis" kelimesi eski Mısır binalarını tasvir etmek için kullanılırdı çünkü, bu binalar Yunanlılara sivri kafalı buğday keklerini anımsatıyordu.

 Piramitler için kullanılan eski Mısır kelimesi "Mer"di.

Kaynak: http://www.ancientegypt.co.uk/pyramids/home.html
Türkçe Çeviri: Burak Şenel


8 Ekim 2010 Cuma

Piramitler Hakkında Bilmediğiniz Gerçekler

Mısır'ın büyük piramitleri günümüzde asıl inşa edildikleri noktadan tamı tamına 5 kilometre güneyde duruyor. Bu dünyanın 4500 yılda yer değiştirdiği uzunluğa eş değerdir.

Giza'nın üç piramidi Oriyon kuşağıyla gerçekten uyuşuyor ama piramitler yapıldığı zaman uyuşmuyorlardı. Öyle görünüyor ki, Mısırlılar piramitleri bugünkü oriyon kuşağına benzemesi için inşa ettiler.

Önemli başlıca piramitlerin hepsi 200 yıllık bir zaman dilimi içinde inşa edildiler. Bir önceki tamamlanmadan bir yenisi için çalışmalar devam ediyordu. Bu daha fazla yada daha az sürekli çalışma gücü bütün bir 200 yılı meşgul ediyordu.

Mısır piramitleri kesilmiş taştan yapılmadı. Bloklar ezilmiş, yerel kireçtaşı ve bir jeopolimer -bugünkünden daha iyi bilinen bir çimento- kullanılarak alana dökülüyordu. En büyüğü 14.000 kayıtlı işçi kullanılarak 20 yılda inşa edildi.

Dünyanın en büyük piramidi Mısır'da değildir. Aslında Meksika, Mexico City'nin 100 kilometre güneydoğusundadır. 162.000 metre kareden daha fazla yer kaplar. En büyük Mısır Piramidi, Giza'daki Büyük Piramit ise 52.000 metre karede kalır.

M.Ö 2500 dolaylarında inşa edilen Giza'daki Büyük Piramit, Eyfel Kulesi 1889'da dikilmeden önce dünyanın en uzun binasıydı.

14 milyondan daha fazla kumtaşı bloğu aslen kireçtaşıyla kaplı olan piramidi oluşturabilir.


29 Mayıs 2008 Perşembe

Eski Mısırlılar "Pi Sayısı"nı biliyor muydu?

Piramitlerde yapılan incelemelerde ilginç bir bulguya ulaşıldı: Eski Mısırlılar piramit ölçülerini hep pi sayısının katları şeklinde ayarlamışlardı. Bunun bir tek anlamı olabilirdi: Mısırlılar pi sayısını biliyor ve bu sayının kutsal bir anlamı olduğuna inanıyorlardı. Piramitler firavunların öbür dünya ile bağlantısını sağladığına ve öbür hayata rahat bir şekilde geçmelerini sağlayacağına göre, pi sayısı kutsal kabul edilmese, bütün ölçüleri bunun katları olarak yapmalarının bir anlamı olmazdı.

Bu bulguya ulaşılırken eski Mısır’da kullanılan uzunluk ölçü biriminin ne olduğu biliniyor mu, bunu bilmiyorum. Fakat farketmiyor. Diyelim Mısırlılar dayanıklı taş gibi bir malzemeden bir birim uzunluk ölçüsü yapmış olsunlar ve bu kazılarda bulunmuş olsun. Ölçüldüğünde bunun uzunluğu 0,7 metre gelmiş olsun. Eski Mısırlılar da, örneğin 100 birim bir uzunluk yerine, bunu pi sayısı ile çarparak 314 birim uzunlukta bir yapı oluşturmuş olsunlar. Bu uzunluğu biz metre ile ölçünce 314 x 0,7 = 219,8 m. ölçeceğiz. Eski Mısır uzunluk birimini bilmesek de, bu yine pi sayısının katı olacaktır. 219,8 / 3,14 = 70. Görünüşe bakılırsa eski Mısırlılar pi sayısını açık bir şekilde biliyorlardı. Bu bulgu, gizem avcısı sahte bilimciler için olağanüstü bir buluştu. Fakat gerçek bilimciler yine de eski Mısırlıların pi sayısını bildiklerinden kuşku duyduklarını açıklayınca tartışmalar da başladı. Gizemciler Mısırlıların pi sayısını bilmediklerinin söylenmesine bozuluyorlardı. Piramitler gibi büyük eserler yapan bu medeniyet, aslında bizim medeniyetimizden bile ilerdeydi! Biz bugün modern makinelerimizle piramitler yapamıyorduk! (Niye piramit yapacaksak?) Üstelik piramitler, içlerindeki enerjiyi bir noktaya yoğunlaştırma gibi olağanüstü ve bizim bilemeyeceğimiz özelliklere de sahipti! Piramitleri keşfetmeye çalışan insanların başlarına gelen bazı kötü olaylar da gizemcilerin ekmeğine yağ sürünce, bir piramitlerin gizemi furyasıdır aldı yürüdü. Kitaplar yazıldı, filmler yapıldı. Kimse piramitlerin içinde enerji yoğunlaşması filan olmadığını, bunun asla ölçü aletleriyle saptanamadığını bilmiyordu. Söylentiler yeterliydi: Piramitin tepe noktasına konan cisimler bu enerji yoğunlaşmasından etkileniyordu: Traş bıçakları köreliyor ya da iyi konumlandırılırsa bileniyordu! Aynı ölçülerde bir piramit kutu yapılsa bile bu etkiyi gözlemek olasıydı ama, pi sayısını bilecek kadar ileri bir uygarlığa sahip olan (!) Mısırlıların yaptığı ölçünün aynını tutturmak imkansızdı! Böylece piramitlerin yanına kadar gidemeyen kişilerin bu işi deneme ve şüphe etme olasılığı da gideriliyordu. Piramitleri gizemine inanmayarak araştırmaya kalkan kişilere de bu işi önceden yapanların başlarına gelen olayların anlatılması iyi bir caydırıcıydı! İnsanlar da: "Bu pi sayısı bu kadar gizeme yol açacak kadar karmaşık bir şey değil, nihayet bir çemberin çevresi ile çapı arasındaki oran!" diyemiyorlardı. Anlı şanlı pi sayısı bu! Kolay mı o kadar? Okulda modern çağın insanları olan bizler öğreninceye kadar ne çektik! Eski Mısırlıların üstün bir medeniyeti olmasa, evrimcilerin dediği gibi maymundan gelen vahşiler olsalar, nerden bilecekler pi sayısını! (Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki evrim teorisi insanın maymundan geldiğini değil, insanla şempanzenin ortak atadan geldiğini savunur. Bu olay da Mısırlılardan çok önce bir olaydır, insanın şempanzeden ayrıldığı varsayılan tarihe nazaran Mısır medeniyetinin var olduğu yıllar, daha dün sayılır.)

Derken ciddi bilim adamları bu işe el koydu. Yaptıkları araştırmalarda eski Mısırlıların uzaklıkları ölçmek için tahta ya da taş tekerlekler kullandıklarını buldular. Tekerleklerin üzerinde bir işaret vardı ve tekerlek yuvarlandıkça bu işaretin kaç tur yaptığı sayılıyordu. Mısırlılar tekerin çevresini değil, çapını bir birime ayarlıyorlardı, çünkü çevreyi bir birime ayarlamak son derece zordur. Halbuki çap için bu zorluk söz konusu değildir. Küçük bir deneme, teker bir kez yuvarlandığında çapının üç misli yol aldığını görmeye yetecektir. O halde çevre için uğraşmaya gerek yoktur! Halbuki daha hassas ölçmeler yapacak aletleri olsaydı, bir tekerleğin çevresinin çapının üç misli değil, pi sayısı kadar misli olduğunu bileceklerdi.

Pi sayısının tam 3,14 olmadığını, virgülden sonra oldukça sayı koyarak gerçek değere yaklaşıldığını belirtmekte fayda var. Belki de gizemciler çok hassas ölçmeler yaparak pi sayısının gerçeğe daha yakın değerlerini bile bulmuş ve eski Mısırlılar’ın matematik bilgisine hayran olmuşlardır. Ancak ne var ki, bu buluş tam tersine eski Mısır’da pi sayısının bilinmediğini gösteriyor olabilir! Asıl pi sayısını bilseler, o zaman uzunlukları tekerlekle daha doğru ölçerler ve biz uzunlukların pi sayısının katları olduğunu göremezdik.

Eski Mısır`da Kalbin Dolaşım Sistemi

Eski Mısır'da kalbin dolaşım sistemi

İlk insanlar kalbin, duyguların merkezi olduğuna ve ruhun burada oturduğuna inanıyorlardı. Heyecanlandıklarında, korktuklarında, karşı cinse ilgi duyduklarında kalbin gümbür gümbür atması, kalbe alınan bir yaranın hemen ölüme sebep olması bu inancı güçlendiriyordu.

Eski Mısır'da kalbin dolaşım sistemi içindeki yeri biliniyordu ama kalbin aynı zamanda hafıza, akıl ve idrak yeteneklerinin de merkezi olduğu sanılıyordu. Kalp ve duygular arasındaki bu ilişkiye olan inanç tarih boyunca devam etti.

Kutsal kitaplar bile 'Tanrı'yı bütün kalbinizle ve ruhunuzla sevin' derken sevgiyi, ruh ve kalple özdeşleştiriyorlardı. Günümüzde tüm duyu merkezlerinin beyinde toplandığı bilinmesine rağmen insanlar sevgiden bahsederlerken ellerini başlarına değil kalplerine götürürler.

Günümüzdeki şekliyle stilize edilmiş kalp sembolünün ortaya çıktığı zamanlarda aşkı simgelediği şüphelidir. İskambil kağıtlarında 'kupa'nın da sembolü olan bu şekil, 1400'lü yıllardan beri kullanılmaktadır. İskambil kağıtlarında asil sınıfı ve kiliseyi temsil eden kupanın şekli kalbi ve aşkı değil kalkanı simgeler.

İnsan ilmiyle uğraşan antropolog Desmond Morris kalp sembolünün insan dişisinin kalçalarının şeklinden kaynaklandığını ve uzun bir süre seksüalite sembolü olarak bilindiğini iddia ediyor. Çok şaşırtıcı ve hiç de romantik olmayan bir teori ama bu konuda yapılan araştırmalardan elde edilen daha şaşırtıcı sonuçlar da var.

New Yorklu tasarımcı Laura Tolkow, Mısır hiyerogliflerini yani resimli yazılarını incelerken kuş ve piramit sembollerinin yanında baş aşağı duran kalp sembolleri de dikkatini çekiyor. Önceleri kalp sembolünün o zamanlarda bile aşkı temsil ettiğini sanıyor ama yazıların anlamlarını öğrenince tam anlamıyla şok oluyor, çünkü hiyerogliflerdeki bu ters kalbe benzeyen şekiller erkek testislerini sembolize ediyor.

Biyolog John Hertner'in açıklaması ise daha akla yatkın gibi. Ona göre eski çağlarda Katolik kilisesi, insan vücudu üzerinde bilimsel çalışma yapanların, insan vücudunu kesip biçmelerini hoş karşılamıyordu. İnsan kadavrası üzerinde çalışma imkanı bulunamadığından anatomik çalışmalar kurbağalar ve fareler üzerinde yapılıyordu.

Kurbağanın dolaşım sisteminin şeması bugün bile okullarda öğretilir. Bu şemada kalbe giren ve çıkan ana damarlar, kalbin üzerinde iki geniş yay oluştururlar. Bu yaylarla birlikte kurbağanın dolaşım şeması kalp sembolünün aynıdır. Hertner, o çağlarda bu damarların da kalbin bir parçası olarak düşünüldüğünü ve insan kalbinin kurbağanınkinden pek farklı olamayacağı sanıldığından, kurbağanın dolaşım sisteminin, kalp sembolü olarak benimsendiğini ileri sürüyor.

Mısır Hakkında İlginç Bilgiler

GEÇMİŞ MEDENİYETLERİN
HAYRANLIK UYANDIRAN İZLERİ



SANAT VE BİLİM YÖNÜNDEN MUHTEŞEM BİR MEDENİYET: ANTİK MISIR

Antik Mısır, insanoğlunun binlerce yıl önce kurduğu sanat ve bilim yönünden en etkileyici medeniyetlerden bir tanesidir. Eski Mısırlılar, ilkel bir toplumun devamı olamayacak kadar engin bir tecrübeye ve bilgi birikimine sahiptiler. Putperest sapkın bir dine mensup olan Mısırlılar arasında Hz. Nuh döneminden, Hz. İbrahim döneminden gelen sanat bilgisine sahip olan ustalar vardı. Bu Musevi ustalar, geçmiş peygamberler döneminden öğrendikleri bilgileri kullanıyorlardı.

Günümüzde dünyanın pek çok bölgesinde, Mısırlıların ulaşmış olduğu medeniyet seviyesine ulaşılamamıştır. Örneğin bugün Afrika'nın çeşitli bölgelerinde, Güney Amerika'nın bazı yörelerinde, Asya'nın çeşitli topraklarında Mısır da dahil olmak üzere pek çok bölgede, medeniyet seviyesinden çok geri bir yaşam sürülmektedir. Tıp, anatomi başta olmak üzere şehir planlamacılığında, mimaride, güzel sanatlarda, tekstilde çok başarılı olan Mısır medeniyeti, bugün büyük bir takdirle ve hayretle bilim adamları tarafından incelenmektedir.


Mısırlıların mumyalama teknikleri, oldukça gelişmiş tıp bilgisine sahip olduklarını gösteren örneklerden biridir.

Tıbbın Kökeni Antik Mısır'da

Eski Mısır'da tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi oldukça şaşırtıcıdır. Kazılarda ele geçen bulgular, arkeologların yanı sıra birçok tarihçiyi de hayrete düşürmüştür. Çünkü hiçbir tarihçi MÖ. 3000'lerde yaşamış eski bir medeniyetten böylesine gelişmiş bir teknoloji beklemiyordu.

Bugün X-ışınları kullanılarak, mumyalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda Antik Mısır'da beyin ameliyatlarının yapılmış olduğu anlaşılmıştır.34 Üstelik bu ameliyatlar oldukça profesyonel yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Cerrahi operasyon geçirmiş mumyaların kafatasları incelendiğinde, ameliyat yerlerinin düzgünce kesilmiş olduğu görülmektedir. Hatta bu insanların ameliyattan sonra hayatta kaldıklarını ispatlayan, kaynamış kafatası kemiklerine rastlanmıştır.35



Diğer bir örnek ise bazı ilaçlarla ilgilidir. 19. yüzyılda oldukça hızlı bir ilerleme kaydeden deneysel bilim sonucunda tıp alanında da büyük gelişmeler oldu. Antibiyotiğin keşfi de bu yüzyıldaki gelişmelerden biridir. Aslında bunlara "keşfedildi" demek hata olur, çünkü bu tekniklerin büyük bir bölümü Antik Mısır'da zaten kullanılıyordu.36


Mısır Firavunu Tutankhamun'un cesedi, içiçe geçen iki tabut içinde muhafaza ediliyordu.
Mısırlıların tıp ve anatomide ne kadar ileride olduklarını gösteren en önemli eserlerden biri de, kuşkusuz geride bıraktıkları mumyalardır. Mısırlılar mumyalama konusunda yüzlerce farklı teknik kullanmışlardır.

Cansız bedenin binlerce yıl bozulmadan saklanabilmesine olanak sağlayan mumyalama işlemi, aslında oldukça karmaşık bir işlemdir. Bu konuda Mısırlıların kullandığı teknik özetle şu şekildedir: İlk önce ölünün iç organları dışarı çıkarılır, burundan beyin alınır, vücut sterilize edilir ve beden natron denilen bir madde ile sarılıp 40 gün bekletilirdi. (Natron; sodyum karbonat, sodyum bikarbonat ve sodyum kloridle, sodyum sülfatın karışımından oluşan bir maddedir.) Daha sonra bu madde vücuttan çıkarılır, kol ve bacaklar gibi vücudun eklemli yerleri çamur ya da kumla sarılır, sonra beden reçineye batırılmış ketenle, kokulu bir çeşit sarı sakızla ve tarçınla sarılırdı. Bir çeşit merhemin vücuda sürülmesinden sonra da ince bir keten tülle örtülürdü.37

Mısırlılar mumyalama tekniklerini sadece insanlarda değil, farklı hayvanlarda da denemişlerdir. Antik Mısır'da tıbbın oldukça gelişmiş olduğu, ele geçen arkeolojik buluntulardan ve özellikle mumyalama tekniklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, vücudun şeklini bozmadan, ölünün tüm iç organlarını çıkartarak mumyalamaları, bu işi yapan insanların, her organın yerini bilecek bir anatomi bilgisine sahip olduklarını göstermektedir.

Mumyalamanın dışında Mısırlılar tarafından 5000 yıl önce kullanılmış olan birçok tıbbi teknik ve alet de yapılan araştırmalarda gün ışığına çıkarılmıştır. Bu konuyla ilgili pek çok detay sıralayabiliriz:

-Mısır'da tıpla ilgilenen rahipler, tapınaklarda çeşitli hastalıkları tedavi ediyorlardı. Mısırlı doktorlar, günümüzdeki gibi farklı alanlarda uzmanlaşmışlardı. Her doktorun kendine ait bir branşı vardı. Göz doktorlarından, dişçilere kadar her konuda ihtisaslaşmış hekimler hizmet veriyordu.

-Mısır'da doktorlar, devlet denetimindeydiler. Eğer hastası iyileşmezse, yahut ölürse devlet bu hatanın sebeplerini soruşturur ve doktorun kullandığı yöntemin kurallara uygun olup olmadığını öğrenirdi. Tedavi sırasında bir ihmalkarlık yapılmışsa, bu durum tespit edilir ve doktora kanunlar çerçevesinde ceza verilirdi.


Smith papirüsü - Bu papirüste, Antik Mısırlıların, ketenden yapılmış yara ve sargı bantları kullandıkları anlatılmaktadır.

-Tapınakların her biri, ilaçların hazırlandığı ve depolandığı tam teçhizatlı bir laboratuvara sahipti.

-Bilinen ilk eczacılık uygulamaları, bandaj ve kompres kullanımı örneklerine Mısır'da rastlanmıştır. Smith Papirüsü'nde, keten bezinden yapılan yapışkan bantların yaraları kapamada ne şekilde kullanıldığından bahsedilmektedir. Keten bez, bunun dışında bandaj için de uygun bir malzemeydi.

-Arkeolojik bulgulardan, Mısır'daki tıbbi uygulamaların tamamına ait detaylı bir tablo ele geçmiştir. Bununla beraber, her biri kendi alanında ihtisaslaşmış 100'den fazla doktorun ismi ve ünvanı da bulunmuştur.

-Ayrıca Kom Ombo'daki bir başka tapınak duvarındaki rölyefin içine oyuk açılmış ve buraya cerrahi aletlerin kutusu yerleştirilmiştir. Bu kutunun içinde büyük metal bir makas, cerrahi bıçaklar, testereler, sondalar, spatulalar, küçük kancalar ve pensler mevcuttu.

-Teknikler çok sayıda ve çok çeşitliydi. Kırıklar, çatlaklar tam olarak oturtuluyor, kırık tahtaları kullanılıyor ve yaralar dikişle kapatılıyordu. Mumyaların çoğunda çok başarılı bir biçimde tedavi edilmiş kırıklara rastlamak mümkündür.

-Mumyalarda herhangi bir cerrahi dikiş izine rastlanmamasına rağmen yara dikilmesi ile ilgili Smith Papirüsü'nde (bu papirüsün tamamı tıpla ilgilidir) on üç referans mevcuttur. Bu, Mısırlıların estetik yara dikimini de başarmış olduklarına işaret etmektedir. Yara dikiminde keten iplik kullanılıyordu. İğneler ise muhtemelen bakırdandı.

-Mısırlı doktorlar, steril yaralar ile enfeksiyonlu yaraları ayırt edebiliyorlardı. Enfeksiyonlu yaraların temizlenmesinde keçi yağı, köknar yağı ve ezilmiş bezelyeden oluşan bir karışım kullanıyorlardı.

-Penisilin ve antibiyotiğin bulunuşu oldukça yenidir. Fakat Eski Mısırlılar bu tür tedavilerin ilk organik versiyonlarını kullanıyorlardı. Ayrıca, Mısırlılar antibiyotiğin farklı çeşitlerini biliyorlardı. Belli türdeki hastalıklara uygun reçeteleri yazıyorlardı.38

Görüldüğü gibi Mısır medeniyeti tıp konusunda oldukça önemli adımlar atmış, tedavi yöntemleri geliştirmiş, uzman doktorlar yetiştirmiştir. Yapılan kazılarda, tıp alanında sağlanan bu önemli başarıların yanı sıra, Mısırlıların şehir planlamacılığı ve mimari gibi konularla da çok ilgili oldukları ortaya çıkmıştır.

Eski Mısır'da Gelişmiş Metalurji





(1,2) Altın, gümüş ve yarı değerli taşlardan yapılmış çok ince işlemeli kralın göğüs zırhları.
(3) İnce işlemeli sandalet
(4) Sert altından yapılma, uzun uçlu küçük ibrik, sağlamlığını ve parlaklığını halen korumaktadır.


Metalurji en genel anlamıyla, gerekli hammaddeler kullanılarak metal ve alıaşımlarının üretilmesi, saflaştırılması, şekillendirilmesi ve korunmasını içeren bilim ve teknoloji dalıdır. Eski Mısır medeniyeti incelendiğinde, bundan yaklaşık 3000 - 3500 yıl önce, Mısırlıların başta altın, bakır, demir olmak üzere çeşitli maden ve metallerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda uzman oldukları görülmektedir. Metalurjinin gelişmiş olması, Antik Mısırlıların, cevherlerin bulunması, çıkarılması, işlenmesi alanlarında ileri bir teknolojiye ve aynı zamanda gelişmiş bir kimya bilgisine sahip oldukları anlamına da gelmektedir.

Yapılan arkeolojik çalışmalar MÖ 3400 yıllarında Mısırlıların bakır cevherleri hakkında detaylı çalışmalar yaptıklarını ve metal alaşımları meydana getirdiklerini ortaya koymuştur. Dördüncü Hanedanlık döneminde (MÖ 2900 yılları), madenlerin araştırma ve işletmesinin en yüksek düzey yetkililer tarafından takip edildiği ve Firavunların oğulları tarafından denetlendiği bilinmektedir.



(5) Tutankhamun mumyasının boynunda bulunan bu kolyenin üzerinde çok ince altın işçiliği vardır. Bunun yanı sıra firavunun mumyasında, 150 tane mücevher ve kolye daha bulunmaktaydı.
(6) Kalın altın varakla kaplanmış ve gümüş varaklı bir kızağın üzerine yerleştirilmiş tahta muhafaza.
(7) Tanis'te bulunan altın, lacivert taşı ve turkuazdan yapılmış göğüs zırhı.

Mücevherlerdeki ince işçilik, profesyonel altın işleme malzemelerinin kullanıldığını göstermektedir. Gerekli araç gereç olmadan bu derece ince işlemecilik yapılamaz. Mısırlıların altın işçiliğinin kalitesinin ve inceliğinin, günümüz işlemeceliğinden hiçbir farkı yoktur.



Bakırın yanı sıra, eski Mısırlıların sıkça kullandıkları madenler ve metaller arasında demir de vardı. Bronzun üretimi için tin, camların renklendirilmesinde de kobalt kullanılıyordu. Mısır'da bulunmayan metaller ise başta İran olmak üzere diğer bölgelerden getirtiliyordu.

Antik Mısırlıların en çok kullandıkları ve değer verdikleri maden ise altındı. Mısır'da ve Antik Mısır'ın sınırları içinde olan bugünkü Sudan'ın belli bölgelerinde, eski Mısırlılara ait olduğu tahmin edilen yüzlerce altın maden yatağı bulunmuştur. Apollinopolis yakınlarındaki bir altın madeninin planının bulunduğu MÖ 14. yüzyıla ait bir papirüs, eski Mısırlıların altın madenleri konusundaki profesyonelliklerini ortaya koymuştur. Papirüste yer alan bilgilere göre, maden çevresinde sayısı 1300'den fazla evin yalnızca madende çalışanların konaklaması için inşa edildiği anlatılmaktadır. Antik Mısır'da altın işlemeciliği ve mücevher sanatının önemi, bu bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim arkeolojik kazılarda bulunan, yüzlerce altından yapılmış, kullanım ve süs eşyası da, eski Mısırlıların altın madenciliği ve işlemeciliği konusundaki uzmanlıklarının bir göstergesidir.

Tüm bu bilgiler eski Mısırlıların maden yataklarını tespit edebilecek, bu yataklardan madeni çıkarabilecek, çıkan madeni işleyebilecek, ayrıştırabilecek ve yeni metaller oluşturabilecek bilimsel bilgiye ve teknolojiye sahip olduklarını göstermektedir.

Şehir Planlamacılığı ve Alt Yapının
Eski Mısır'daki Önemi


Antik Mısırlıların gelişmiş medeniyetinin en önemli göstergelerinden biri de hiç şüphesiz mimari ve mühendislik bilgileriydi.
Mısır'ın kuru bir iklime sahip olması, bugün bize bu medeniyetten geriye pek çok ipucu bırakmıştır. Arkeolog Arthur Evans, MÖ 1600'de donanmasıyla denizlere hükmeden bir hükümdar yaşadığını ve bu dönemde genel refahın bir hayli yüksek olduğunu, estetiğin öneminin oldukça arttığını, giyim kuşamın bir zevk ve incelik haline dönüştüğünü saptamıştı. Evans, bulduğu şeylerin tümünü "modern" sıfatıyla nitelendiriyordu. Yine modern olarak tanımladığı saray büyüklüğündeki bir binada, yeraltı su yolları, lüks yıkanma yerleri, havalandırma tertibatı, kanalizasyon şebekesi ve süPage Rankingüntü kuyuları bulmuştu. Bunların günümüz şehir planlamacılığından hiçbir farkı yoktu.

Kuşkusuz böyle bir plan ve bina yapısı, gelişmiş bir mimari ve mühendislik bilgisini gerektirir. Yer altından yol yapıldığında statiğin ölçülmesi, nerelere kirişler konması gerektiğinin saptanması, ne kadar derine inileceğinin ve ne kadar uzunlukta yol alınacağının belirlenmesi, havalandırmanın nerede, nasıl etkili olacağının hesaplanması, temiz ve kirli suların birbirine karışmadan nakledilebilmesi gibi birçok detayın ince ince düşünülmesi ve en önemlisi de bunların yapımında hiçbir hatanın meydana gelmemesi gerekir. Tüm bu teknikleri Mısırlılar biliyorlardı. Elimize ulaşan bilgiler bu gerçeği açıkça kanıtlamaktadır.

MÖ 3000'lerde Mısırlıların kullandıkları mimari teknikleri ve altyapı sorununa yaklaşımları, son derece profesyonel ve sorunları çözmeye yöneliktir. Kurak bir ülke olan Mısır için suyun önemi çok büyüktür. Nitekim bu konuda da kalıcı çözümler bulmuşlardır. Alt yapıyla ilgili olarak, Mısırlıların geliştirdikleri en önemli projelerden birisi suyu korumak için inşa ettikleri depolardır.

Kızıldeniz'e varıldığı zaman Fayyum vahasındaki bataklıkta, büyük bir su deposunun varlığı keşfedilmiştir. Bugünkü Kahire'nin seksen kilometre güneyindeki Moris Gölü, Mısırlılar tarafından, Nil'in suyunu bir kanal aracılığıyla depolamak amacıyla yapılmıştır. Bu su haznesinin yakınlarına ise ev ve mabetler inşa edilmiştir.39 Antik Mısır'da hayatın belli bir bölgede sürekliliğini sağlayabilmek için suni göletler inşa edilmiştir. Bu sayede Nil'in suyu bu göletlerde biriktirilerek Mısır çöllerinde ileri bir medeniyet inşa edilebilmiştir.

Mısırlıların tıbbi bilgileri, şehir planlaması, mühendislik bilgileri ve uygulamaları son derece ileri bir medeniyete sahip olduklarını gösteren önemli delillerden birkaçıdır. Bu bilgi ve uygulamalar, evrimcilerin iddia ettiği, "toplumların ilkelden medeniye doğru ilerledikleri" tezini bir kez daha yerle bir etmektedir. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce yaşayan bir toplum, günümüzdeki çeşitli toplumlardan, hatta günümüzde bu topraklarda yaşayan bazı topluluklardan dahi daha ileri bir medeniyet seviyesine sahiptir ve bu durumun evrimle açıklanabilmesi mümkün değildir. Kuşkusuz, Mısırlıların bu yüksek medeniyeti yaşadığı dönemde, dünyanın farklı bölgelerinde daha geri medeniyetler, daha ilkel koşullarda yaşayan insanlar da var olmuştur. Ancak bunların hiçbiri, ne daha az insan özelliklerine sahiptir, ne de sözde maymunsu özelliklere. Antik Mısırlılar da, Antik Mısırlılarla aynı dönemde ilkel koşullarda yaşayan insanlar da, bundan yüz binlerce yıl önce var olmuş insan toplulukları da, günümüz insanı da tüm özellikleriyle hep insan olarak var olmuşlardır. Kimi toplumların daha ileri kimilerinin ise daha geri koşullarda yaşamış olmaları, Darwinistlerin iddia ettikleri gibi, onların asla hayvanlardan meydana gelen bir tür olduğunu veya birinin diğerinden evrimleştiğini göstermez. Bu bilime, akla ve mantığa aykırı bir yorumdur.


Antik Mısır dönemine ait, keten üzerine yapılmış resimlerden örnekler.

Antik Mısırlıların Tekstildeki Başarıları

Eski Mısır'da keten kumaşı dokuması yapılırdı. MÖ 2500'den kalan kumaş parçalarından anlaşıldığına göre, o dönemde gerek iplik bükümü, gerekse dokuma tarzı bakımından çok kaliteli kumaşlar üretilmiştir. Fakat her şeyden önemlisi bu kumaşların dokumasındaki detaylardır. Günümüzde teknoloji yardımıyla donatılmış makinelerde üretilebilen ince iplikleri Mısırlılar, MÖ 2500 tarihlerinde üretmiş ve keten iplikten dokunmuş kumaşları, mumyalama işleminde kullanmışlardır. Bu kumaşlardaki ince dokuma, antik Mısırla ilgilenen bilim adamlarını hayrete düşürmüştür. Büyüteçle sayılabilen dokumalardaki ipliklerin inceliği, bugün makine ile dokunan ipek kumaşlar ayarındadır.40 Günümüzde dahi bu kumaşların kalitesi meşhurdur ve Mısır keteni günümüzdeki ününü MÖ 2000'lerde yaşamış olan Antik Mısır halkından almıştır.41

Matematikte İleri Seviye


Rhind papirüsü
Mısır'da rakamlar çok eski zamanlardan itibaren kullanılıyordu. MÖ 2000 yılına ait birtakım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele geçmiştir. Bu dokümanlar, Kahun, Berlin ve Rhind papirüsleri diye bilinmektedir. Bu belgelerde, ölçülerin ne gibi esaslara göre yapılacağı örneklerle belirtilmiştir. Mısırlılar, Pisagor Teoremi'ni, ölçüleri 3-4-5 olan bir üçgenin dik üçgen olduğunu biliyor ve bundan inşa ölçümlerinde faydalanıyorlardı.42

Ayrıca Mısırlılar, yıldızlarla gezegenler arasındaki ayrımı da biliyorlardı. Astronomi ile ilgili çalışmalarına görülmesi çok zor olan yıldızları da eklemişlerdi.

Diğer taraftan Mısırlıların hayatı, Nil'in yükselme ve alçalmasına bağlı olduğundan, bu durumu daima ölçmeleri ve kontrol etmeleri gerekliydi. Hükümdar, Nil'in yükselme ve alçalmasını kaydettirmek için, bir "Nilometre" yaptırmış ve bu işle uğraşmak üzere memurlar tayin etmişti.43

Sırlarla Dolu İnşa Teknolojisi

Antik Mısır'da inşa edilen ve günümüzde hala büyük bir hayranlıkla izlenen en önemli eserler gizemli piramitlerdir. Bu piramitlerin en ihtişamlısı olan "Büyük Piramit" şimdiye kadar dünya üzerinde inşa edilmiş en büyük taş yapı olarak kabul edilir. Bu piramitin nasıl inşa edildiği konusunda Herodot zamanından itibaren birçok tarihçi ve arkeolog, çeşitli teoriler ortaya atmıştır. Kimileri bu piramitin yapımı sırasında kölelerin çalıştırıldığını ve rampa tekniğinden basamaklı piramite kadar birçok yöntemin kullanıldığını savunmuştur. Bu yöntemlerin karşımıza çıkan manzarası şöyledir:

-Bu piramidi kölelerin inşa etmiş olma ihtimali durumunda, çalışan köle sayısının 240.000 gibi olağanüstü bir rakam olması gerekirdi.

-Eğer inşa tekniği olarak rampa yöntemi kullanılmış olsaydı, piramitin yapımı bittikten sonra bu rampanın yıkılması için yaklaşık 8 yıl gerekirdi. Mısır bilimcisi Garde-Hansen'e göre bu, oldukça saçma bir teoriydi. Çünkü bu rampanın yıkılmasından sonra geride kalan dev moloz artıklarını bir yerlerde görmemiz gerekirdi. Ama böyle bir delile hiçbir yerde rastlanmamıştır.44

Garde-Hansen, diğer teorisyenlerin önemsemediği bazı yönleri ele almış ve şunları söylemiştir:

Piramidi ziyaret ettiğinizde şaşırtıcı görüntüleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın: 5000 yıl önceki taş ocağı işçisi, günde, piramitlerin inşasında kullanılan 330 taş blok üretiyor. Suyun bastırdığı mevsimde, günde 4000 blok Nil nehrinin üzerinde taşınıyor ve Giza platosuna gelindiğinde bu taşlar platodan yukarıya taşınarak, piramidin inşa edileceği bölgeye ulaştırılıyor. Eğer bu şartlar altında taşıma işlemi gerçekleşiyor olsaydı, dakikada 6.67 blok taşınması gerekirdi. Bu sonuç, sunulan teorinin geçersizliği için yeterli bir rakamdır.45

-Tüm bunların yanında, piramidin bir yüzeyinin alanının yaklaşık olarak 2.5 hektar olduğu düşünülürse, her bir yüzeyin yaklaşık olarak 115.000 kaplama taşıyla kaplanmış olması gerekir. Bu taşlar da öylesine itinayla yerleştirilmiştir ki, taşlar arasında bırakılan mesafe bir kağıdın geçmesine olanak vermeyecek derecede dardır.46

Tüm bunlar piramitlerin yapımlarıyla ilgili sırların günümüz bilim ve teknolojisiyle dahi çözülemediğini gösteren bilgilerden bazılarıdır.

Gize'deki Piramitlerle İlgili Çarpıcı Bilgiler


Gize'deki piramitlerle ilgili yapılan bazı matematiksel araştırmalar, eski Mısırlıların çok gelişmiş bir matematik ve geometri bilgileri olduğunu göstermektedir. Bu hesaplamalara göre, piramitleri planlayanların matematik ve geometri bilgisi dışında, dünyanın ölçüleri, çevresi, ekseni ve bu eksenin eğimi gibi bilgilere de sahip olmaları gereklidir. MÖ yaklaşık 2500'lü yıllarda inşasına başlanan piramitlerle ilgili bu bilgiler, henüz büyük matematik bilginleri Pisagor, Arşimet ve Öklid'den dahi 2000 yıl daha önce bu piramitlerin inşa edildiği göz önünde bulundurulursa, çok daha çarpıcı bir hal almaktadır:

- Piramitin açıları Nil deltasını iki eşit yarıya böler.

- Gize'nin üç piramiti aralarında, bir Pisagor üçgeni oluşturacak biçimde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine oranları 3:4:5'tir.

- Piramitin yüksekliğiyle çevresi arasındaki oran bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki orana eşittir.

- Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterir. Piramiti çevreleyen taş levhaların uzunluğu, bir günün gölge uzunluğuna eşittir.

- Piramitin dikdörtgen biçimindeki tabanının normal kenar uzunluğu 365,342 Mısır endazesine (dönemin ölçü birimi) denk gelir. Bu sayı günümüzde de kullanılan güneş yılının günlerinin sayısına oldukça yakındır. (Günümüzde güneş yılının gün sayısı 365, 224 olarak hesaplanmaktadır.)

- Büyük Piramitle dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey Kutbuyla piramitin arasındaki uzaklığa eşittir.

- Piramitin tabanının yüzeyi, anıtının yarısının iki katına bölündüğünde, pi sayısı elde edilir.

- Piramitin dört yüzünün toplam yüzölçümü piramitin yüksekliğinin karesine eşittir.47

Piramitler Tekrar İnşa Edilmek İstense...

1978'de Amerika'daki, Indiana Limestone Institute of America Inc. (dünyada kireçtaşı ocakları konusunda en büyük ve en uzman kuruluş), bugün Büyük Piramit gibi bir piramit inşa edilmek istense, insan gücü ve materyallerin ne olması gerektiği hakkında bir araştırma yapmıştır. Sonuç oldukça düşündürücüdür; şirket yetkilileri, piramitlerin inşasındaki zorluğu şöyle açıklamaktadırlar:

Eğer mümkün olan gücü maksimuma çıkartsak, bu da bugünkü üretimi üç katına çıkartmak anlamına gelir ki, bu kadar kireçtaşını ocaktan çıkarmak ve transfer etmek ancak 27 yıl sürer. Üstelik tüm bu çalışmalar Amerika'nın üstün teknolojisiyle yani hidrolik çekiçler, elektronik kristal başlı testereler kullanılarak yapılabilir. Bu büyük çaba, sadece kireçtaşını madenden çıkarmak ve onu taşımak için kullanılacaktır. Ve buna, Büyük Piramit'in inşası için gerekli olan laboratuvar testleri ve bunun gibi ön çalışmalar dahil değildir.48


Keops Piramiti ortalama 2.5 milyon taş bloktan oluşmaktadır. Günde on bloğun üst üste konulduğu varsayılırsa -ki bu işçilerin olağanüstü bir çaba göstermelerini gerektirecektir- 2.5 milyon taşın 664 yılda yerlerine konulduğu ortaya çıkar. Oysa, söz konusu piramitin ortalama 20-30 yıl içinde yapılmış olduğu düşünülmektedir. Bu basit hesap dahi, Mısır piramitlerinin yapımında tahmin edilenden farklı ve üstün bir teknolojinin kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Peki Antik Mısır'da bu dev piramitler nasıl inşa edilmiştir? Kayalık taraçalar hangi güçle, hangi makinelerle, hangi teknikle düzleştirilmiştir? Kaya mezarları hangi imkanlarla kazılmıştır? İnşaat sırasında aydınlatma nasıl sağlanmıştır? (Piramitlerin ve mezarların duvarlarında ve tavanlarında, herhangi bir kararma ve is izine rastlanmamıştır.) Taş bloklar taş ocaklarından nasıl çıkarılmış, farklı şekillerdeki taşların kenarları nasıl düzleştirilmiştir? Tonlarca ağırlığındaki bu taşlar nasıl taşınmış ve birbirlerine santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkta nasıl birleştirilmiştir? Bu sorular daha da artırılabilir. Peki bu sorular evrimcilerin insanlık tarihi yanılgısıyla akılcı ve mantıklı bir şekilde cevaplanabilir mi? Elbette hayır.

Antik Mısır'da, sanatıyla, tıbbıyla, mimarisi ve kültürüyle dev bir medeniyet kurulmuştur. Mısırlıların geride bıraktıkları eserler, kullandıkları tedavi yöntemleri, sahip oldukları bilgi birikiminin ve tecrübenin en önemli delillerindendir. Bugün bazı bilim adamları, tarihin evrimi iddiasına göre piramitleri yapması oldukça zor olan Mısırlıların eserlerinin, uzaylılar tarafından yapıldığını dahi iddia edebilmektedirler.


Geçmiş toplumların dev taş bloklar kullanarak inşa ettikleri binalar, günümüzün modern inşaat makinelerine benzer makinelerin o dönemlerde de kullanılmış olduğuna işaret etmektedir. Altından yapılmış olan bu süs eşyasının da inşaat makinelerine olan benzerliği dikkat çekicidir. Bu parça, 1920'lerde Panama'da bulunmuştur. Kolye ucu olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bu ve benzeri bulgular, evrimcilerin geçmiş toplumların tamamen ilkel oldukları yönündeki iddialarını yalanmaktadır. Tarih boyunca teknolojide ilerleme ve bilgi birikimi olduğu açıktır, ancak bu geçmişte hayvani koşullarda yaşandığı anlamına gelmemektedir. Geçmiş toplumlar da ihtiyaçlarına uygun keşifler yapmışlar, cihazlar geliştirmişler, makineler kullanmışlardır.


Dönemin muhtemel vinç modeli



Tutankhamun döneminden bir kesit. Eser Kahire'deki Mısır Müzesi'nde sergileniyor.
Elbetteki "piramitleri uzaylılar inşa ettiler" iddiası, demagoji ile bile bir açıklama yapamadıklarında evrimcilerin sığındıkları son derece akıl ve mantık dışı bir iddiadır. Her şeyden önce buna dair en ufak bir bilgi veya delil dahi bulunmamaktadır. Evrimciler tesadüflerle veya hayali evrimsel süreçle açıklama yapamayacaklarını anladıkları zaman hemen "uzaylılara" sığınmaktadırlar. Nitekim canlılığın yapı taşını oluşturan ilk proteinin ve hücrenin çekirdeğindeki DNA'nın, tesadüfen cansız maddelerden meydana gelemeyecek kadar kompleks ve olağanüstü bir yapıya sahip olduğunu anladıklarında şöyle gülünç bir iddiada bulunmuşlardır: "İlk canlı organizmayı dünyaya uzaylılar getirip bıraktılar." Bazı evrimci bilim adamları tarafından savunulan bu iddianın saçmalığı elbette ki evrimcilerin içine düştükleri çaresizliğin göstergelerindendir.

Mısır'da kurulan medeniyet ve tarih boyunca kurulan diğer tüm medeniyetlerin her biri akıl ve irade sahibi insanlar tarafından kurulmuştur. Üstelik bunlar çok eski dönemlere ait medeniyetlerdir. Bugün Mısır'ın MÖ 3000 yılındaki eserlerini inceleyerek hayranlığımızı dile getiriyoruz ve bilim adamları ve konuyla ilgili uzmanlar bu eserlerin nasıl meydana getirilmiş olabileceğini tartışıp araştırıyorlar. Ancak şu nokta çok önemlidir; Mısır'da bugün izlerine rastlanan 5000 yıl önceki medeniyet, elbette ki binlerce yılın tecrübe ve bilgi birikimi ile oluşmuştur. Yani bu medeniyetin kökleri daha da öncesine dayanmaktadır. Dolayısıyla evrimcilerin ve tarihin evrimine inananların iddia ettikleri gibi ilk çağlarda ilkel ve konuşma yeteneğinden yoksun, sadece hayvan avlayarak geçimini sağlayabilen, yarı hayvan insanlar yoktu. İnsan ilk yaratıldığı günden bu yana, günümüz insanının sahip olduğu zeka, estetik anlayışı, kavrayış, bilinç ve ahlak gibi tüm insani özelliklere sahipti.

Antik Mısr Mezarlarında Bulunan Planör Modeli


Pek çok medeniyetin geride bıraktığı izlerde, hava ulaşımının bilinenden çok daha eski dönemlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mayaların kalıntılarında, Mısır piramitlerindeki resimlerde, Sümer yazıtlarında bu durum açıkça görülmektedir. Kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla bundan binlerce yıl önce de insanlar, planörler, uçaklar, helikopterler benzeri araçları yapmakta ve kullanmaktaydılar.

Kuran-ı Kerim ayetlerinde de geçmiş dönemlerde hava ulaşım aletlerinin kullanılıyor olabileceğine işaret edilmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)... (Sebe Suresi, 12)

Bu ayet-i kerimede ulaşılması oldukça uzak olan mesafelere, Hz. Süleyman döneminde kısa sürede ulaşılabildiğine dikkat çekiliyor olması muhtemeldir. Bu ulaşım, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknoloji kullanılarak, rüzgarla hareket eden vasıtalar meydana getirilmesiyle gerçekleşmiş olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Geçmiş medeniyetlerinin hava ulaşımını kullandıklarına işaret eden delillerden biri, Mısır'da bulunan planör modelidir. 1898 yılında arkeologlar tarafından bulunan bu planör modelinin MÖ 200 yıllarında yapılmış olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bundan yaklaşık 2200 yıl öncesine ait bir planör modelinin ortaya çıkarılması elbette olağanüstü bir durumdur. Bu, evrimci tarih anlayışını temelden sarsan arkeolojik bir buluştur. Söz konusu modelin teknik özellikleri incelendiğinde ortaya çok daha ilginç bir manzara çıkmaktadır. Bu ahşap model, günümüzün en ileri teknolojisiyle yapılan Concorde uçaklarda olduğu gibi, hızdan minimum kayıpla maksimum yük taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştır. Bu durum, Antik Mısırlıların çok iyi aerodinamik bilgisine sahip olduklarını da göstermektedir.


MÖ 200 yılına ait olduğu tahmin edilen ahşap planör modeli.

Abydios Tapınağı'nın duvarlarında Dr. Ruth Hiver tarafından bulunan bu resimlerdeki araçların, günümüzde de kullanılan helikopter, jet ve uçak gibi araçlarla olan benzerliği dikkat çekicidir.

Antik Mısır'da Elektrik Var Mıydı?

Dendera'daki Hathor Tapınağı'nda bulunan bazı duvar resimleri, Antik Mısırla ilgili oldukça ilginç bir bilgiyi gün yüzüne çıkarmıştır. Resimde yer alan figürler, Antik Mısırlıların elektriği bildiği ve kullandığı ihtimalini gündeme getirmiştir. Söz konusu resim dikkatlice incelendiğinde, tıpkı günümüzdeki gibi yüksek voltaj yalıtımının o günlerde de kullanıldığı görülür: Ampul görünümündeki şekil dikdörgen bir sütun (bu sütun izolatör olarak kullanıldığı tahmin edilen ve ced sütunu olarak adlandırılan bir sütundur) tarafından desteklenmektedir. Resim deki şeklin günümüz elektrik lambalarıyla olan bu şaşırtıcı benzerliği, çok dikkat çekicidir. Tunsten ışığının kaşifi olan Dr. Colin Fink, Mısırlıların bundan yaklaşık 4300 yıl öncesinden, zıt kutupla bakıra elektrik kaplamayı bildiklerini söylemektedir. Bu kaplama, kendisinin 1933 yılında sülfürü kullanarak denediği bir yöntemdir.49


Dendera'daki Hathor Tapınağı'nın duvarlarında bulunan bu resimlerde görülen figürlerin günümüzde kullanılan ampullerle olan benzerliği bilim adamlarını hayrete düşürmüştür.

Resimde tarif edilen bu sistemin ışık yayıp yaymadığı, bilim adamları tarafından denenmiştir. Avusturyalı elektrik mühendisi Walter Garn, kabartmada yer alan resmi çok detaylı olarak incelemiş, resimdeki ampulü, yılanlı teli, duyu, ced sütunu olarak kullanılan izolatörün aynısını yapmıştır. Ve ortaya çıkan sistem etrafı aydınlatmış, yani ışık yaymıştır.50

Mısır'da elektriğin kullanılmış olabileceğini gösteren delillerden biri de piramitlerin iç duvarlarında hiç is izinin bulunmamasıdır. Eğer evrimci arkeologların iddia ettiği gibi, aydınlatma için meşale ve benzeri malzemeler kullanılmış olsaydı duvarlarda mutlaka is olması gerekirdi. Ancak piramitlerin en içteki dehlizlerinde dahi böyle bir is izi yoktur. Gerekli aydınlatma sağlanmadan, inşaatın devam etmesi, daha da önemlisi duvarlardaki gösterişli resimlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Bu da Mısır'da elektriğin kullanılmış olma ihtimalini güçlendirmektedir.


Mısır hiyerogliflerinde sıkça rastlanan ced sütunu, bir tür elektrik malzemesini sembolize ediyor olabilir. Ced sütunu, jenaratör görevi görüyor ve bu şekilde aydınlatma sağlanıyor olabilir.